TEPKİSİZ TEPKİLERİMİZ

ZEHRA BETÜL ÖZSEÇER

Hangi rastladığıma kimi sorsam
Kimin kim olduğunu bilmiyormuş

Atilla ilhan

Diğer filmlerin aksine kameraların içinden değil de, kameraların arkasından bir hikayeyi anlatan 2007 yapımı “paranormal aktivite” isimli sinema filmi, farklı bir çekim tarzı ile, benim gibi çok film seyretmeyen biri için, değişik bir tarz yakalamıştı. Sanki bir kurgudan oluşan sinema filmi değil de, gerçek hayattan kesitler içeren bir belgesel filmi gibi bir etki bırakıyordu üzerimde. Filmi seyretmeyenler için filmden biraz bahsetmek gerekirse; evin içinde gerçekleşen paranormal, yani doğaüstü olayları kendi el kameralarıyla ya da evin çeşitli köşelerine yerleştirdikleri güvenlik kameralarıyla yakalamaya çalışan bir çiftin hikayesiydi bu. Evde olmadıkları zaman veya uyurlarken, evde gerçekleşen bütün olayları kameraya kaydediyor ve sonra izliyolardı. Sizde dolayısıyla o kameradan çekilmiş görüntüleri izliyordunuz film boyunca. Bilmediğimizi bildiren, görmediğimizi gördüren böylelikle de bambaşka bir dünyaya kapıları açan vasıtalardı kameralar filmde. Ve üzerimizde bu bilinmezliğin açtığı bir duygu, korku, kalıyordu geriye.

Evet dehşet başat bir duygu. Korku ise, dehşet ile endişe arasındaki kuvvetli bir duygu. Hal böyle olunca bu duygular; düşüncelerimizi duygularımızla yönetmek isteyen örgütler için sistematik hareket edebilecekleri bir zemin oluşturuyor demek ki.. Önce endişe oluşturup akabinde korku duymamızı sağlayan örgütler yeterince güçlülerse dehşet saçabilmektedirler. Aynı şey devletler için de geçerli. Etrafımızda işgal edilen ülkelere şöyle bir baktığımızda bunu daha net görebilmekteyiz. Tabi bu durumun konumuzla belki direk bir bağlantısı olmasa da, bu işgale zemin hazırlıyor olabileceklerini düşünmekten de kendimi alamıyorum. Belki de tam olarak silahlarla işgalin öncesinde kameralarla veya ekranlarla işgal edildiğimiz gerçeğini düşünmeden de edemiyorum.

Bu antrparantezden sonra filmimize geri dönersek paranormal aktivite benim için bir duygudan başka bir duyguya sığınmak istediğimde izlediğim bir filmdi. Bazen baş edemediğimiz duygularla karşılaştığımızda, o duygudan farklı duygularla tepki verir, farklı duygulara kaçarız hatta farklı duygulara sığınırız bile diyebiliriz. Korku benim için güçlü bir duyguydu ve sığınmak için iyi bir adresti. O nedenle bir korku filmi iyi gelebilirdi. Evet korktum da ama bir filmden korkmaktan ziyade filmin çekilme tekniğinden ve günlük hayatımıza yansımalarından korktum. Bizi bu şeklide kim bilir kaç kere manipüle etmişlerdi. Sonuçta filmler, diziler, reklamlar, oyunlar vb. yapımlar her zaman bir manipülasyon taşırlar içlerinde. Öyle ki çektiğimiz fotoğraflarda bizler bile sadece ışık ve açı kullanarak manipüle ediyoruz gerçeği.

Belki de korku diye gerçekten korkup uzak durmamız gereken şeyleri görmeyelim diye yeni korkular yaratıyorlardı. Aslında bir bakıma kameraların arkasında yaşıyoruz günümüzde. Olduğundan fazla anlamalar yüklüyoruz fotoğraflara, filmlere, fotoğraflarımıza çeşitli süslemeler yapan uygulamalara. Kelimelerimizi kaldırdık, yerine fotoğrafları, kısa videoları, ve adını zikredemeyeceğim birçok uygulamayı koyduk. Belki de tam bu gelişmeler bizi hayatın içinden hayatın kıyısına taşıdı da farkına bile varamadık. Ya da bir korku filminin içine taşıdı da konduramadık. Bir örnekle yaşadığımız korku filmini çok daha net açıklayabilirim belki. Yaşadığım şehirde herkes birbirini tanır neredeyse. Bir gün iş çıkışı yol boyu büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Tabi kalabalığın ve kameralarının gösterdiği yöne bakınca olayın ne olduğunu anlamak çok da zor değildi. Genç bir kız yüksek bir binaya çıkmış intihar etmeyi planlıyordu. Onun ne yaşadığını bilemeyiz çünkü binanın tepesindeki biz değildik, ama aşağıdaki insanların ne yaşadıklarını anlamamız için birkaç saniye yeterliydi. Anne ya da baba olmaları fark etmiyordu, genç ya da yaşlı olmaları da fark etmiyordu. Hasta yada sağlıklı bireyler de olabilirlerdi, mutlu ya da mutsuzlardı belki de. Ama bunların hiçbir önemi yoktu. Herkes kızın akibetinin ne olacağını bekliyordu ve bir kısmı kameralarını açmıştı bu akibeti kameralar arkasında seyretmeyi planlıyordu. Kamerada görünce acaba «gerçek» olmayacak mıydı tüm bu yaşananlar? Çünkü birinin düşüşüne şahit olabilmeyi aklım almıyordu. Bunu istemeyi, kaydetmeyi, bir daha seyretmeyi, bir başkasına seyrettirmeyi, haber kanallarına servis etmeyi düşünemiyordum bile. kameraya çekiyorlardı. Acaba o telefonun arkasında olunca; kendilerini bir sinema filminde yönetmen, etraftaki insanları figüran, atlayan kişiyi oyuncu, binaları falan da dekor mu sanıyorlardı? Çünkü bir anne dahi acaba bu kız atlarsa çocuğum nasıl etkilenir diye düşünmüyordu? Ya tanıdığı biriyse, nasıl haber verecekti ailesine? Acaba tanıdıksa, ne olmuştu engel olabilir miydi de engel olmamıştı, umunda değildi. Elbette fark etmezdi yakınımız olup olmaması ama ateş düştüğü yeri yakıyorsa ya! Bunu seyretmeye dayanabilir miyim diye kimse kendi kendine sormuyordu? Çünkü nasılsa cep telefonu kamerasının arkasından seyredecekti. Sanki gerçek değilmiş gibi. Evet bir filmde el kamerası ile çekilmiş gibi gösterilen sahneler gerçekmiş imajı verirken, cep telefonu kamerasından seyrettiğimiz gerçek bir olay filmmiş gibi algılanıyordu.

Kötü bir rüya olsa gerek diye düşündüm. “Kötü bir rüyadaymışız tamam, ne yapsan bir sona ermiyormuş” diyor ya Atilla İlhan yine yanılsama şiirinde. Ne yapsak sona ermeyecek bir yanılsama sanırım. Bir çocuğun tacizini kameralara çekip haber kanallarına servis edince insanlık görevlerini yaptıklarını düşünüyor artık insanlar. O çocuğu kameralar arkasından seyredip kınayabiliyorlar ama kurtaramıyorlar. Bu çok yakın zamanda sosyal medya üzerinden yüz binlerce kişinin şahit olduğu bir olay oluyor ve sıradanlaşıyor gözümüzde. Tepkisiz tepkilerimizle vicdanlarımızı temizliyoruz. Bugün de “Kadına şiddete hayır günü” kapsamında, tepkilerimizi; bir iki slogana, birkaç fotoğrafa, birkaç kısa filme indirgeyip, şiddettin aslında kadına, çocuğa, doktora, öğretmene değil de her gün kitaba, deftere, ağaca sıraya, insana, hayvana, bitkiye ve dahi toprağa yapıldığını unutacağız. Bir şeyler yaptığımızı düşünmeye daha kötüsü buna inanmaya devam edeceğiz. Alternatif bir gerçeklikte oyalanmadığımız sadece korkularımızın değil duygularımızın da yönetilemediği bir dünyaya uyanmak umuduyla. Sevgiler selamlar.