Tüküreyim sizin gazeteciliğinize...

ZİHNİ ÇAKIR

Hatırlarsanız medyada kimi kalemler ve ekran yüzleri, bazı belediyelerin geçtiğimiz günlerde düzenlediği festivallere dair çok ağır ifadeler içeren yazılar kaleme almıştı. Hatta Kocaeli’nin Darıca ve Muğla’nın Kavaklıdere Belediye Başkanları bu yazılardan nasibini almış, sosyal medyada da bir tek hain ilan edilmedikleri kalmıştı.

Toplum hassasiyetlerini kaşımayla, bunun üzerine kurgulanmış “erdemli duruş” pozlarıyla nam salmış o kalemlere Ankara’da yeni bir ekmek kapısı daha çıktığını düşünüyordum. Zira Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, bu yıl 7.’sini düzenlediği Büyük Ankara Festivali boy boy ilanlar canlı yayınlanan basın toplantılarıyla duyuruluyordu.

Üstelik öyle düşük profilli 1-2 sanatçı da değil; Funda Arar, Işın Karaca, Ferhat Göçer, Serdar Ortaç, Mustafa Ceceli, Demet Akalın, Gülşen, İrem Derici ve Emre Aydın gibi pop sanatçıları ile Linet, Uğur Işılak, Serkan Kaya, Ali Şan, Ankaralı Coşkun, Mustafa Taş, İbocan, Hüseyin Kağıt, İsmail Türüt, Nihat Doğan gibi özgün, fantezi ve arabesk müziğin ünlü sanatçılarından oluşan 18 isim sahne alıyordu.

Geçtiğimiz yıl Yenikapı’da 15 Temmuz darbe ve işgal girişimine tepki olarak düzenlenen mitinge “şov” değerlendirmesi yaparak katılmayan Sıla’nın, “biletsiz konsere çıkmadığı” gerekçesiyle davet edilmediği, Tarkan’ın ise daveti reddettiği düşüyordu basına.

Anlaşılan o ki; 11 Ağustos 2016 günün twitter hesabından yaptığı paylaşımla, "Yenikapı buluşmasına show diyen Sıla, sana Ankara'nın kapısı kapandı. Artık sana FETÖ iş bulur" şeklinde tepki gösteren Gökçek, Sıla’nın biletsiz konsere çıkmama “prensibi” olmasa davet edecekmişti.

Bu arada 18 sanatçının sahne alacağı ve Gökçek’in “Türkiye’nin olağan düzene geçtiğine” inanıp, tatile gidemeyen Ankaralılar’ın da “eğlenmeye” hakkı olduğunu düşündüğü için yapmayı kararlaştırdığı festivalin 9 gün süreceği ve 6 Ağustos 2017 Pazar günü sona ereceği duyuruluyordu.

Gökçek’in basın toplantısını izleyip 29 Temmuz akşamı festivalin açılış etkinliklerini de yerinde gözlemledikten sonra aşağıdaki sorulara cevap aramak için medyada ve internette sıkı bir tarama yaptım.

Acaba Siyonizmin, Mescid-i Aksa başta olmak üzere Kudüs’deki, Gazze’deki hülasa Filistin’deki zulmü sona mı ermişti?

Ya da; “binlerce şehit yakını, ateşe verilmiş, köze ve küle dönüştürülmüş hayallerinin arasında acı içinde dolaşırken” birden bir mucizeyle acı içinde dolaştıkları hayalleri gerçeğe mi dönüşmüştü?

“Ayakları yere basan, göz kapakları açılıp kapanan ama yaşamayan, sevdiklerinin ardından canlı cenazelere dönüşen” şehit ailelerini, 15 Temmuz’un sene-i devriyesinden sadece 14 gün sonra canlı cenaze olmaktan kurtaracak bir mucize mi gerçekleşmişti?

Tarama sonucunda, Siyonizmin zulmünün devam ettiğini, bütün bir İslam coğrafyasının hemen her noktasında Müslümanların toplu katliamlara maruz kalmaya devam ettiğini, binlerce şehit yakınının köze ve küle dönüşmüş hayaller arasında hala acı içinde dolaştıklarını, 15 Temmuz ve terör şehitlerimizin ailelerinin hala canlı cenaze olduğunu gördüm.

Peki Darıca ve Kavaklıdere Belediye Başkanlarını, Kudüs-Mescid-i Aksa-15 Temmuz Şehitleri ve aileleri üzerinden linç eden o hassas kalemler, Ankara’daki festival için yapılan bunca şaşaalı duyuruya, bunca reklama rağmen nasıl bir türlü oynamazdı, nasıl FETÖ elebaşı Gülen’in yarım asırdır milleti aldattığı o gözyaşları gibi yaşlar dökülmezdi o kalemlerden.

2 yıl önce ölmese bu yılki festivalde kesin sahnede alırdı diyebileceğimiz Ankaralı Namık’ın şarkısındaki gibi “arabada 5”le mi oynuyordu o kalemler yoksa 15 Temmuz şehitleri için?

O kalemler “evde 15”le mi gözyaşı dökebiliyordu Kudüs için, Mescid-i Aksa için?..

Öyle ya; Darıca’daki “caney caney caney, evde meydaney” söylenmesine karşı çıkanlar, Demet Akalın’ın “İlahi Adalet” şarkısıyla Ankara’da ilahi söyleyeceğini düşünmüş olamazlardı.

Ya da Büyük Ankara Festivali’nde sahne alacak olan İbocan’ın “Bahçe Duvarından Aştım” şarkısının 15 Temmuz gecesinin kahramanlık destanının anlatıldığı marş olduğunu düşünecek halleri de yoktu… Veya popçu Gülşen’in “Yatcaz kalkcaz ordayım” şarkısını söylerken her gün umutsuz bir beklentiye uyanan şehit ailelerinin umutsuzluğunun umuda dönüşeceğini zannedecek halleri hiç yoktu!

Evet yoktu; ama benim unuttuğum bir şey vardı…

15 Temmuz atmosferi içinde bir Belediye Başkanı için delilleriyle birlikte FETÖ’cü diye yazıp sadece 9-10 ay sonra aynı kişiyi bedel-i mukabil konferansta yere göğe sığdıramayan da o kalemler, o sözüm ona gazetecilerdi. Hatta bu defa bedeli ne “arabada 5” ne “evde 15”ti o eğilip bükülerek 8 çizen kalemlerinin tüketilen nefeslerinin, kimine göre kürsüde 35 kimine göreyse 300’dü. Ve ahlaklı bir insanın, erdemli bir kalemin yerin dibine geçmesi için yetecek bütün bu yozlaşmışlıklar da onların penceresinde bir gazetecilik faaliyetiydi.

Hay tüküreyim sizin her şekle girebilen kaleminize…

Para için gözyaşı bile dökebilen klavyenize tüküreyim…

Ses desibeline kadar parayla ayarlanabilen nefesinize tüküreyim sizin…

Şehidin kanını mürekkep yapıp, mazlumun gözyaşını kalemine dolduran gazeteciliğinize tüküreyim emi…