Şimdi herkes Yüksek Askeri Şura için kesesinde ki kadar konuştu etti falan fişman ve ben aslında bu topa girmek istemediğim için uzaktan takip ediyordum ama işte sabırda bir yere kadar... Uzatmadan başlayayım çünkü mevzu derin...
Osmanlı’yı bir kalem geçiyorum çünkü orası hem derin hemde son yüz yılda çok çarpık. Milli Mücadele döneminden girelim içeriye.
Önce Kuvay-ı Milliye; Çerkez Ethem kuvvetlerinin (1921) dağıtılmasından sonra Kuvay-ı Milliye kimliği altında hareket etmek yasaklandı. Sebebi ise başta Çerkez Ethem olmak üzere kuvvet sahiplerinin hüküm sürdükleri bölgelerde ki insanlardan bir nevi derebeyi gibi para ve canlı hayvanlarını zorla almalarıydı. Hatta bu sebepten ötürü “Yunan gelse daha iyi” diye yakınmalarda başlamıştı. Belli ki düzenli bir orduya vergi ödemek dönem insanına daha kolay geliyordu. Düzenli orduya geçildikten sonra bu yapı fesedildi (Sonra birden Ergenekon Kumpasında karşımıza çıktılar).
1922 sonrası; İki grup vardır bu döneme damgasını vuran Mustafa Kemal ve arkadaşları ile karşılarında Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Raif Orbay gibi milli mücadele döneminde ilk ortaya çıkanlar. İşi günümüze kadar içinden çıkılmaz hale getiren de bu isimlerin asıl mesleğidir. Celal Bayar hariç kurucu kadronun hepsi asker kökenlidir. Mustafa Kemal Atatürk ve Kazım Karabekir’in karşı karşıya gelmesinin görünen yüzü devrimlerin uygulanma metodolojisi gibi görünürken asıl nokta farklı. Önce görünen sebebe geçelim. Mustafa Kemal daha hızlı bir devrimsel süreç izlemekten yanayken Kazım Karabekir’in karşı çıkma sebebi şu gibi özetlenebilir; “...Gerçek bir temsili sistem, parlamenter rejim kuralım. Modernizasyonu zorla ve ani değil zamana yayalım. Aksi halde kalıcı olmaz. Osmanlı modernizasyonu Jakoben bir metotla yapıldı ve kalıcı olmadı. Çünkü bu yöntemle yapıldığında, işler hızla geri gidebiliyor. Halkı ikna edip, onayını daha doğrusu oyunu alalım.”
Kemalistler ve karşıtları süreci kutsamak/yargılamak arasında kaldıklarından olsa gerek tarihsel mücadeleyi genel olarak böyle okuyup, yazdılar. Oysa ki işin içeriği hiç de iddia edilen gibi değildi. Kuvvet Komutanları bir tarafta Karargahsız Komutan Atatürk diğer tarftaydı. Bu dönemi bilmeyenlerin Atatürk’e dayandırdığı bir iddia vardır; “Üniformasız Siyaset”... Aksine hiçbir zaman askerliği bırakın dememiş, komuta yetkilerinden feraget etmelerini istemiştir. Çünkü Atatürk bile maaşını 1927’ye (MSB’dan emekli olduğu tarih) kadar Milli Savunma Bakanlığından alıyordu (Cumhurbaşkanı iken dahi Muazzaf askerdi).
Karargahsız Komutan; Milli Mücadele döneminde Atatürk’ün Samsun’dan itibaren başlayan yolculuğunda sahip olmadığı ve olamayacağı tek makam vardı “Kuvvet Komutanlığı”... Ve Milli Mücadele sonrası asıl ihtiyacı olanın bu olacağını görecekti.
1.Yazı Sonu... (Devam Edecek)