Milli Mücadele sonrası Meclis’te işler hiç de Mustafa Kemal’in istediği gibi gitmiyordu. Sayısal olarak az da olsalar muhalifleriyle ciddi bir çatışmanın ortasında kalmıştı. Önce doğum yeri sonra ikametgâhı bahane edilerek pek çok kez meclis üyeliği sorgulanmaya çalışılsa da üstesinden gelmeyi bildi. Herkes kırılma anını İzmir suikasti sanar ama bence çok öncesinde muhaliflerinin niyetinin ne olduğunun farkındaydı. Çünkü meclise sunulan ilk teklifte “başkanlık” için adaylık şartı Misak-ı Milli sınırları içinde doğmuş olmaktı. Doğrudan Selanik doğumlu Mustafa Kemal’i hedef alan bu teklif büyük tartışmalarla geri çekilip yerine yine Misak-ı Milli sınırları içinde en az 5 yıl ikamet ediyor olunması teklif edildi. Ömrü cephelerde geçmiş Mustafa Kemal elbette bu ikinci şarta da uygun bir aday değildi. Kısacası meclis stratejik mücadelelerin gölgesinde bir seçime gidiyordu. (Şimdi bundan habersiz zevat birinci mi oldu ikinci kaç oy oldu diye tartışıp duruyor haliyle)
İşgal orduları Milli sınırların dışına çıkarılıp da düşman kavramı değişmiş, birbiri ardına çıkan isyanlar (Bolu, Düzce, Konya) Ankara için büyük sorun teşkil ederken diğer taraftan da iktidar kavgası derinleşmişti. Şimdi artık jakoben devrim ile geçiş dönemi taraftarları kılıçları çekmiş birbirinin üstüne gidiyordu. Tam da bu dönemde patlayan Koçgiri isyanıyla birlikte Ankara’da çarşı pazar karışır. Topal Osman komutasında ki askerlerce bastırılan bu isyan sonrası Mustafa Kemal artık politik muhaliflerine karşı daha sert bir politika belirlemişti.
İşin ilginç tarafı ise Selanikli Mustafa Kemal’in en büyük desteği Laz milislerden alırken en sert muhalefeti de Trabzon vekili Ali Şükrü yürütmekteydi. Hele Ali Şükrü’nün matbaa kurup gazete çıkaracağı duyulduğunda işler de çığrından çıkmıştı. En kuvvetli iddia Topal Osman’a bu konu da dert yanarak Ali Şükrü’yü hedef haline getirdiğidir. Pek çok kez şiddete başvurmaktan çekinmeyen Topal Osman’da Ali Şükrü’yü öldürerek hem muhalefeti sindirmiş hem de kendi ipini çekmiştir (Bu cinayet sebebiyle aranırken Muhafiz Taburu ile girdiği çatışmada öldürülmüş daha sonra cesedi Meclis önünde asılarak sergilenmiştir).
Mustafa Kemal’in muhalefetten kurtulması ise İzmir suikasti davasına denk gelecek, suikaste karıştığı iddiasıyla pek çok siyasetçi ya idam edilecek ya da siyasi haklarından (ör. Rauf Orbay) mahrum bırakılacaktı. Zaten bu davadan sonra ordu için de ki muhaliflerinden çekincesi kalmayan Mustafa Kemal’de emeklilik dilekçesini vererek Askerlikle ilişkisini keserek tamamen siyasete ağırlık verecekti.
Sonuç olarak milli mücadele dönemi ve cumhuriyetin ilk yıllarını taraftarlarının beklentileri üzerinden okuyan/okutan tribün liderleri ve mecmua daktilograflarınca son dönemde epeyce tartışılan dönemi açıklamak için üç yazı elbette yeterli değildir ama “yerim dar” ne yapayım!
Yatak odasından rakı sofrasına kadar magazinsel boyutuyla ele alınan Mustafa Kemal’i anlamak için dönemi içindeki olayları okumak çok önemlidir. Bilcümle anlattıklarımdan bağımsız olarak şahsi düşüncemi soracak olursanız bütün çatışma ve kırılma anlarına rağmen yapması gerekenleri yapmak zorunda kalan bir lider profili ile karşı karşıyayız. Ve evet bayağı jakoben de olsa “Devrim” denilende ancak bu şekilde yapılabilirdi. Çünkü özellikle 19.YY Osmanlı Modernleşme sürecinde bütün alternatifler denenmesine rağmen içine düştüğü çıkmazdan kurtulamayan bir imparatorluk sonrası bundan farklısı yapılamazdı. Yorum yaparken ve/veya eleştirirken unutulmaması gereken dönemin şartlarıdır.
Not: Bu yazı dizisi sonlandırmak için uğraşırken malumunuz araya pek çok konu girdi ve son yazı bu güne kaldı.