Onda sırların sırrı: bulmak için kaybetmek
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek
Necip Fazıl KISAKÜREK
Necip Fazıl Karacaahmet şiirinde mezarlıkları “ebedi gençliğin taht kurduğu yer” olarak niteler. Bu tanımlamadan hemen önce ise bu sırra vakıf olmak için “parmakların saydığı her şeyin tüketilmesi” gerektiğinden yani “bulmak için kaybetmek” gerektiğinden bahseder. Belki de her tüketim şeklinin, bir üretim yöntemi olduğunu söylemenin naif bir şeklidir bu dizeler. Belki de tüketmeyi tüketmenin yolunun tüketimden geçtiğini söyleyen felsefik bir yaklaşımı omuzlamıştır aynı dizeler. Böylelikle her okuyan, dizelerin gerçek anlamını tam olarak anlayamamış bile olsa ağırlığını hissetmiştir eminim. Necip Fazıl’ı anlamaya veya yorumlamaya çalışmak da bir tüketim şeklidir. Her tüketimin bir bedeli olacağı gibi tüketim için gerekli şartlara da sahip olmak gerekmektedir. İçinde felsefe taşıyan şiirlere hem sahip, hem ait olan bir şairi tüketmek için de belirli yeterliliğe, kültüre, bilgiye ve hatta bilgi birikimine sahip olmak gerekmektedir. “Bularak kaybetmek” adına “bulmadan kaybetmek” istemediğim için üstadı anlamaya ve yorumlamaya çalışmaktan uzak durarak, ama dizeleri de aklımın bir köşesinde tutarak bu haftaki yazımıza başlamak istiyorum.
Gündelik yaşamımızda tükettiğimiz şeylerden ve bu tüketimin olumlu yanlarından bahsetmek isterken, özel günlerle de çok yakında tükettiğimiz kadınlıktan bahsetmek istiyorum. Aslında tüketimin bir üretim şekli olduğu için tüketime övgüler dizmeyi planladığım bu yazımızda bir kavram olarak kadını tüketmenin nasıl bir üretim ortaya koyabileceğini hayal edemediğimden bu hafta da kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Birçok yazımızda aslında hep tüketimden bahsettik. Kimi zaman zamanı, kimi zaman bir anıyı, kimi zaman maddi imkanlarımızı nasıl tükettiğimizden ve farkına varmadığımızdan bahsettik. Bir başka değişle bedeli ağır tecrübelerimiz tüm bu bahsi geçen eylemler. Kim tüketmeden tecrübe kazanmıştır ki? Ve kadınlar günü bir tüketim vesilesi midir demeden kendimi alamıyorum. Tüketim derken; kadına alınan hediyelerin, verilen çiçeklerin, kutlamalara ya da anmalara harcanan maddi bir karşılığı olan durumların hiç birini kastetmiyorum. Tamamen kadının kendisini tüketmeye yönelik bir hareketten bahsetmek istiyorum. Tabi kadınlar gününün aslında ne olduğundan ya da nasıl algılandığından bahsederek de bu kavramı tüketebilirim ama her zaman ki gibi asıl amacımız bize sunulan otobanlardan değil dağların arasında gizli kalan patika yollardan gitmeyi tercih edeceğim. Çünkü bir yere ulaşmaktan çok yapılan yolculuktan zevk almak derdindeyim.
Dünyayı; kadın, erkek, çoluk çocuk, hayvan, bitki, su, toprak, hava ve benzeri zeminlerde okumak bir yöntemdir. Daha kolay kontrol edilebilir ve daha anlaşılabilir bir hal alır her şey bu durumda. İnsan kendini, daha kolay kabul edilebilir hisseder ve güvenilir bir aidiyet duygusu arkasına daha kolay gizlenir dünyayı bu şekilde gördüğü zaman. Mesela, “nerelisin” diye soranlara dünyalıyım diye o kadar az insan cevap verir ki. Çünkü bir şehre ait olmak, bir ilçeye bir köye ait olmak dünyaya ait olmaktan çok daha kolaydır. Çünkü o şehre dair ya da aidiyet hissettiği yere dair her şeyi bilmesi gerektiğine inandırılmıştır bir kere. Ve bir yere ait olmak daha güvenilirdir ne de olsa. Çünkü gidemediğin yer senin değildir. Sen gidemediğin yere ait değilsindir. Halbuki dünyanın her köşesi aynı dokudan oluşmuştur. Atmosfer hepimizi kapsar, su bir yolunu bulur her yerde, toprak her şekilde hayat verir, hepsi birleşir hayat olur her yerde. Toplumlar göçebe hayattan yerleşik hayata geçmeye başlayınca şehir ve şehirli anlamına gelen kelimeler türetmiştir ve bu kelimelere şu anda kelime anlamlarından çok daha büyük anlamlar yükleriz. Mesela eski Türklerde ilk yerleşik hayata geçen Uygurlardan temellendirebildiğimiz “uygarlık” kelimesi. Ya da Arapçada, Medine şehrinden temellenen “medeniyet” kelimesi. Yine Latince de kent anlamına gelen civil kelimesinden türetilen civilisation kelimesi. Tüm bu kelimeler kendi kelime anlamlarından daha fazla şey ifade etmeye başlamışlardır zamanla. Bu kelimeler aynı anlamları taşımasalarda yaklaşık olarak zihinlerde aynı imajı oluşturmaya başlamışlardır zamanla. Yaşanılabilir yerler, zamanı yakalamış insanlar, bilim ve sanatta ileri gitmiş toplumları işaret ederler. Zamanla bu kavramlar o kadar tüketilmiştir ki kim canlılar için en ideal ortamı temsil eden bu kelimeler artık günümüzde ciddi boyutlara taşınmış tahribatın adı olmaktadır. Ve bu büyük bir ironidir. Üretmek için tüketmemiz gerekmektedir ve medeniyeti üretilirken doğa tüketilmekteyiz. Balta girmemiş ormanlarda yaşamaktır hayalimiz çoğu zaman, ya da bir su kenarı. Çünkü asıl aidiyetimiz doğayadır ama kendimizi banliyo tarzı yüksek katlı binalara hapsederiz. Yeryüzü için geçerli olan bu gerçek insanoğlu içinde geçerlidir. Medeniyetin tahrip edebildiği daha modern görünür ama özünden daha uzaktır modern dünyada. Kadın da böyledir velhasıl. Medeniyetin tahrip ettiği kadın modern ama mutsuzdur belki de, güzeldir ama doyumsuzdur. Modern kadını üretirken tükettiklerimizin farkında mıyız? Ya da modern bağlamda kadını tüketirken ne üretmekteyiz? Bunca kadın söylevinin bir bedeli olmalı ve toplumsal olarak ne ödüyoruz ne ödeyeceğiz? Bir daha ki yazımızda bu sorularımıza cevap bulabilmek dileğiyle. Çorumdan sevgiler