Farkında mısınız bilmiyorum ama; biz iç sorunlarla uğraşırken yanı başımızda “devleti olmayan” düzenli bir ordu kuruluyor. Batı, devletleştirdikten sonra ordu kurma geleneğini ilk defa bozup, düzenli ordu üzerine bir devlet inşa etmeyi seçiyor anlaşılan.
Başıbozuk çeteler, 1200 kilometrelik sınır hattımızda ağır silahlarla donatılırken, ‘düzenli orduya’ geçiş evresinin bir parçası olarak da ABD’li uzmanlarca eğitiliyor.
Amaç çok belli: Akdeniz’e iniş için bir koridor oluşturmak ve bu koridoru da bugün ordulaştırılan çeteler eliyle kurulacak “kukla devlet” üzerinden kontrol altında tutmak. İsrail’in bölgedeki egemenlik alanını genişletmek, belki de; “arz-ı mev’ud”u yani Kapadokya’ya kadar uzanan “vaadedilmiş toprakların” sınırlarını kalın çizgilerle çizmek.
Bu plan Irak, Türkiye ve Suriye’nin hatta İran’ın toprak bütünlüğü açısından açık bir tehdit. İşte ilk evresi Kuzey Irak’ta şekilleniyor. Barzani, Türkmen yurtlarını da içine alan bir Bağımsızlık Referandumu hazırlığında.
Belki referandum tarihi ertelenebilir ama iptali yönünde hiçbir ipucu yok, kararlı bir irade de gözlemleyemiyoruz.
Irak’taki kaosun ilk yıllarında, “Musul-Kerkük’te sistemli bir demografik müdahale var, Türkmen nüfus yok ediliyor” denildiğinde kulağının üzerine yatanlar, bugün Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarını da kapsayan “Bağımsızlık Referandumunu” savaş sebebi sayacak mı bilemiyoruz, lakin bu hamlenin Türkiye’nin egemenliğine kastettiğini görmeyen, yakın gelecekte Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef alan bir planın parçası olduğunu idrak edemeyen herkesi tarih “hain” olarak kayda geçer/geçecektir.
Gelelim 1200 kilometrelik sınır hattımızda kurulan “düzenli ordunun” ayrıntılarına…
Bu hat üzerinde konuşlanan başı bozuk çetelere taşınan askeri yardımın, ABD ordusunun kullandığı yüksek hareket kabiliyetli zırhlı Hummer’lar, 4x4 jipler ve vinçlerle birlikte, 15 bin civarında kalaşnikof, 6 bini aşkın makineli tüfek, 3 bin 500 ağır makineli tüfek, 3 bin Amerikan yapımı RPG-7, bin Amerikan yapımı AT-4 veya Rus yapımı SPG-9 tanksavardan oluştuğu söyleniyor.
Bu rakamlara, Temmuz ve Ağustos aylarında yapılan yardımların dahil edilmediğini hatırlatayım. Ayrıca aynı listede, 235 havan topu, 100 keskin nişancı tüfeği, 450 PV-7 tipi gece görüş dürbünü ve 150 kızılötesi lazer aydınlatıcı dürbünün de bulunduğunu, resmi yollar dışında yapılan yardımların miktarı ve içeriğinin ise bilinmediğinin altını çizelim.
ABD ve İngiltere güdümündeki Batı koalisyonunun, Ortadoğu coğrafyasında, kendi kurduğu terör unsurları üzerinden kontrol mekanizmasını güçlendirdiğini göz önünde bulundurursak, DAEŞ ile mücadele adı altında yapılan bu askeri yardımları izahta zorlanmayız.
DAEŞ’in bir ABD-İngiltere projesi olduğuna dair batı basını bile somut veriler ortaya koydu, yazdı çizdi.
Suriye’deki iç çatışmadan bugüne geçen kronolojiyi incelediğimizde, Suriye ve Irak’ta, DAEŞ’in işgal ettiği merkezleri küçük çaplı çatışmalar sonrası PYD/YPG’ye teslim ettiğini çok gez görüyoruz. Kimi kentlerde tek bir kurşun dahi atmadan teslim ettiğine tanıklık ettik. Bu gelenek sadece Cerablus-Çobanbey hattında bozuldu ki onun sebebi de Türk ordusunun Fırat Kalkanı harekatıydı.
Yine yağmalanan petrolün Suriye rejim temsilcileri, PYD ve DAEŞ arasındaki pazarlıklarla paylaşıldığı bile kayıtlara geçti.
Böylesine somut verilerin olduğu bir süreçte, ABD’nin PKK’nın Suriye uzantılarına yaptığı askeri yardımın Rakka operasyonu merkezli olmak üzere DAEŞ ile mücadele bağlamında değerlendirilmesi fazlaca safdillik olur.
ABD, çok açık ve net bir şekilde Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden terör unsurlarını, Türkiye’yi işgal planı merkezinde silahlandırıp, başı bozuk çetelerden düzenli bir ordu kuruyor. Ve kısa vadede bu düzenli ordu zeminine bir de uydu devlet oturtma planını işletiyor.
Bakmayın siz Barzani’nin bugün “özgürlük” şarkılarıyla bölgedeki çatışmaların öznesi haline gelen Kürt’leri kandırdığına. Barzani eliyle kurulacak bu devlet de uzun vadede Suriye sınır hattından Akdeniz’e inişin önünü açacak uydu devlete dahil edilecektir.
Tehdit bu kadar açık, toprak bütünlüğümüzü ve egemenliğimizi tehdit eden plan bu denli çıplakken, bizim müttefiklik romantizmi ve NATO kamuflajlı diplomasi hassasiyetlerimizin izah edilir tarafı yok. Ya olacağız ya öleceğiz. Bizi bizden sandığımız biri eliyle ittikleri bu “stratejik çukur”dan çıkmak için üçüncü bir seçeneğimiz yok maalesef.