Türkiye'nin tanınmış yazarlarından Yılmaz Özdil, toplumumuzun aile kavramına dair çelişkileri ve ironileri ele alarak, Türk aile yapısının altında yatan gerçekleri gözler önüne seriyor. Özdil'in gözlemleri, toplumun derinlerine işlemiş bir ikiyüzlülüğü ve maddi çıkarların akrabalık bağlarını nasıl zedeleyebileceğini ortaya koyuyor.
Aile ve Akrabalık Bağları: İdeal ve Gerçeklik
Özdil, Türk toplumunda aile ve akrabalık ilişkilerinin kutsallığını ve önemini vurgulayarak başlıyor. Büyüklerin saygı gördüğü, amcaların "baba yarısı", teyzelerin "anneden farksız" ve gelinlerin "öz kız" gibi sevildiği bir toplumsal yapıdan bahsediyor. Kuzenler ve yeğenlerin kardeşten daha ileri tutulduğu bu yapı, dünyada benzersiz bir akrabalık bağlılığına işaret ediyor.
Ancak Özdil, bu idealize edilmiş tablonun ardındaki gerçekleri de gözler önüne seriyor. Aile büyüklerinin vefatı sonrası başlayan miras kavgaları, akrabalık ilişkilerinin aslında ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Miras yüzünden kardeşlerin birbirine düşman kesildiği, bedduaların havada uçuştuğu ve hatta kan davalarına dönüşen miras davaları, toplumun bu karanlık yüzünü gözler önüne seriyor.
Maddi Çıkarlar ve Aile İçi Çatışmalar
Yazar, maddi çıkarların aile içi ilişkileri nasıl zehirlediğine dair çarpıcı örnekler sunuyor. Yazlık tapuları üzerinde oynanan oyunlar, banka hesaplarına göz dikmek, hatta yaşlı aile bireylerinin imzalarının taklit edilmesi gibi olaylar, aile içi çatışmaların boyutlarını gözler önüne seriyor. Torunların bile büyükannelerinin bileziklerini sahtesiyle değiştirdiği bu tablo, toplumun maddi çıkarlar karşısındaki acımasız yüzünü ortaya koyuyor.
Eşya Biriktirme Tutkusu ve Maddi Değerler
Özdil, Türk halkının eşya biriktirme tutkusuna da değiniyor. Kullanılmayan eşyaların yıllarca saklandığı, naylonlarla sarılıp bantlanarak korunan bu eşyalar, toplumun maddi değerlere verdiği önemi gösteriyor. Yazar, insanların ömürleri boyunca bir otomobil alacak parayı biriktiremeyecekleri halde, üç otomobil değerinde tencereye sahip olduklarını belirterek, bu tutumun absürtlüğüne dikkat çekiyor.
Devlet Varlıklarının Satışı ve Toplumsal Tepkisizlik
Özdil'in eleştirileri sadece aile içi meselelerle sınırlı kalmıyor. Devletin fabrikaları, barajları, limanları ve madenleri gibi varlıklarının satışına da değiniyor. Toplumun, kişisel mülkiyetlerine gösterdikleri aşırı hassasiyetin aksine, devlet varlıklarının satışına karşı gösterdikleri tepkisizliği eleştiriyor. Yazar, bu durumu "çadır kültürünün hazin bir neticesi" olarak nitelendirerek, toplumun maddi değerler karşısındaki çelişkili tutumunu vurguluyor.
Sonuç olarak, Yılmaz Özdil'in bu gözlemleri, Türk toplumunun aile ve maddi değerlere dair çelişkili tutumlarını ve bu tutumların yarattığı toplumsal sorunları ortaya koyuyor. Aile kavramının kutsallığı ile maddi çıkarların gölgesinde kalan ilişkiler arasındaki bu derin uçurum, toplumun kendine dönüp yeniden değerlendirme yapması gereken konular arasında yer alıyor.