İNANÇ YILAN
Şeytan Taşlama
Gün görmüş birisi Hacca gitmeğe karar verince karısı da onunla birlikte olmak ister. Karısının ısrarını kırmaz, birlikte yola düşerler. Her neyse sıra gelir şeytan taşlamağa...
Herkes küçük küçük atarken Hanım Teyzemiz başlamış “ALLAH senin belanı versin” diyerek eline geçirdiğini fırlatmağa. Adam bakmış eşinin durduğu duracağı yok; “Hanım sen ne ediyorsun” demiş. Öfkeden gözü dönmüş kadın; “Karışma herif, bu şeytan değil miydi ALLAH’a baş kaldıran”!...
Adamcağız da vermiş cevabı; “Bak hanım; daha biz yokken ALLAH, şeytanı yarattı. Sonra ne olduysa oldu Şeytan isyan etti. Kıyamete ne var ne yok bilmiyoruz da, olur ya Şeytan af falan diler sonra arada biz kalırız. Sen iyisi mi herkes gibi ufak ufak at. ”
Bu işin şakası, ciddisi ise şöyle oluyor! İdlib’de yaşanan kimyasal saldırıyı daha doğrusu insanlık suçunu ve dolayısıyla kanunsuz kuralsız İran–Rusya– Esad vahşetine yine onun gibi cevap veren ABD saldırısını sahiplenir, hatta birde üstüne destek verirsek yarın bir gün bambaşka bir şeyi bahane edip bize saldırdıkların da bu cümleler karşımıza çıkar. İyisi mi, bu saldırıdan memnunsak bile bunu yine sessiz sedasız göstermemizdir.
Sonuçta Trump dibinde bizim gibi İran ve Rusya ile yaşamıyor. ABD ve Rusya’nın müttefiklerini pek çok kez yarı yolda bırakmışlıkları mevcuttur tarihte. Zaten ağır aksak yürüyen sınır ötesi harekatımızın kendisi de geleceği de pamuk ipliğine bağlıyken, sahada ki ülkeleri ansızın karşımıza almak, süreç içinde farklı senaryoları karşımıza getirir.
Ki bunlardan en hafifi yaş sebze meyve ihracatımızın durması veyahut Rus Turistlerin bizi ziyaretten vazgeçmesi olur. Rusya’nın işleri ne kadar çabuk çirkinleştirebildiğini bilen ABD, saldırı öncesinde Rusya’ya bilgi vererek olası bir karşılaşmanın da önünü kesiyor. Kim bilir kapalı kapılar arkasında daha nelerin sözünü kestiklerinden haberimiz yok! Zaten kaçının gerçekten isabet ettiğini bilmediğimiz tomahawk füze saldırısıyla ABD aslında öfke kusup, göz dağı vermeyi amaçlamış, belli ki kendi iç politik hesaplarıyla birleşen uluslararası bir tezgahın göstergesi. (Tam bir Ad-Hoc* diplomasisi gibi bir izlenimi de vermiyor değil)
Dış işleri bakanlığı son elli yılda sinen ABD endeksli dış politika kuramlarının ürünü gibi görünen söylem ve beklenti bizi ileri ki süreçte bölgede askerleri bulunan ülkelerin maruz kalacağı olası karanlık saldırılar da hedef ülke haline getirebilir. Dandik ve yalancı haritalarda bize ait olduğu iddia edilen saldırı koordinatları keşfedilir, sonra da biz, yıllardır biriktirdikleri öfkeyi kusmak için bekleyen Rusya ve İran gibi ülkelerle karşı karşıya kalırız. O gün geldiğinde de NATO falan hikaye, ABD ile Rusya hiç karşı karşıya gelmedikleri ve gelmeyecekleri gibi NATO’nun da daha kendi tarihinde Rusya’ya karşı operasyon hazırlığı dahi yoktur. İyisi mi biz askerlerimizi hala orada tutuyorken, iki tarafın saldırılarını pek sahiplenmeyelim. Bu gün Rusya’nın karşısında gibi görünen çevre ülkeler, en ufak bir kıpırdanma da ve dahi minnacık isteklerinin karşılanmasıyla taraf değiştirirler.
Son üç yılda ABD, Rusya ve AB ülkeleri ile pek çok konuda karşı karşıya geldik. Kimi zaman Mursi–Sisi çatışmasında taraf olduk kimi zaman mülteci krizinde... Giderek suların ısındığı günlerde toplu hesap kesimine giderken bölge, biz en azından bulunduğumuz noktayı belirlemek durumundayız. Tarafsızlık mümkün değil ama bir tarafla kan kardeşliği veya kan davası da bize bir şey kazandırmayacak. Ayrıca ne ABD ne de Rusya bir iki diplomatik jestle geçmişin üstüne sünger çekmez...
Madem mizahla başladık yine aynı yerden noktayı koyalım. İddia o’dur ki bir gün Tansu Çiller ve Tak Şak paşası Doğan Güreş, ABD’nin kendilerine verdikleri hava istihbaratıyla İran’da ki PKK kamplarının yerlerini belirlemiş ve düzenleyecekleri hava harekatı için Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in karşısına çıkmışlardır. Nam-ı diğer Baba, heyecan için de ki biricik manevi kızının sunumunu dinler.
Çiller; “Babacım, ABD istihbaratı verdi, sen emir verirsem İran’da ki bütün PKK kamplarını bombalayacağız”... deyince alnından boncuk boncuk terler dökülen Demirel “Kızım İran dediğin sıradan bir ülke midir? Sen babanın bağrını mı bombalayacaksın” diyerek cevapladıktan sonra köşkten gönderirken yanında ki danışmanlardan birisine “Bu ikisine sahip çıkın, ortalığı karıştırmasınlar” der...
Not ; İkinci Dünya savaşında Avrupa’yı Nazi vahşetinden kurtarmasını teşekkürünü Sovyetleri arkadan vurarak ödemiştir İngiltere ve ABD... Hani o meşhur Yalta Konferansında Sovyetlere taviz veren İngiltere ve ABD aslında uzak doğu savaşının uzun süreceğini düşünerek, elbette Sovyetlerin de Japonya’ya savaş açmayı kabul etmesiyle bu süreci yürütmüşlerdi. Ancak Sovyet kazanımlarının ilerde sorun olacağını gören ABD, Japonya’yı iki atom bombasıyla saf dışı bırakarak bir anda konferansın Sovyetlere kazandırdığı imtiyazı da sınırlamıştır.
* Ad – Hoc; Benden başkası yalan, ne istersem yaparım yeter ki cephe de kazanayım şeklinde de özetlenebilir. Cephe’de kazanan, her yerde kazanır. Kaba kuvvet diplomasisi ama bu güne kadarkilerin içinde en geçerlisi...