Yeşim ve Seren, Gülben ve X

Magazin dünyasına mesafem Rüzgar Erkoçlar’ı Rüzgar Alkoçlar zannedecek kadar. Bir ara yer yerinden oynadı Rüzgar Erkoçlar’la ilgili, bir süre ben bunu “Hülya Koçyiğit’in torunu, aaa bak sen şu işe” filan diye yorumladım. Tabi içimden. Soyadı karıştırmam oradan. Alkoçlar değil Erkoçlarmış. Sonra mesele uzayınca araştırdım, ikisi birbirinden apayrı kişiliklermiş. Hatta ortada ikinci bir kişilik yokmuş.

İşte bu olmayan magazin bilgimle, fakat sürekli önüme düşen ve mecburen okumak zorunda kaldığım bilgilere dayanarak bu üç kadın hakkında birkaç bir şey söylemek istiyorum. Zaten söyleyeceklerim de onların magazinsel taraflarına dair değil. Bizzat kendi ağızlarından aktarılan paylaşımlardaki bilgilerden şunları öğrendim. Yeşim, çok zorluklarla karşılaşarak bugünlere gelmiş. Seren, kökten görme, biraz da saf. Daha çok sömürülmüş. Gülben. İşte o biraz karışık.

Seren’in şu sözlerini duymazdan gelemeyiz lakin. “Annem benim bu işi seçmemi istemedi. Fakat ben babamın yolundan gittim. Ancak benim zaten doğuştan sahip olduğum şeyler olduğu için diğerlerinin vermek zorunda olduğu ödünleri vermedim. Şöhret basamaklarını tırmanırken, kimsenin ayağına çelme takmadım, kimseden yararlanmadım. Kendimden de yararlandırmadım.” Özetle bu. Ben inanıyorum. Önce bunun notunu düşeyim. Yeşim zaten, maddi açıdan en tepeye kadar tırmanmış –evlilikle- bir dönemin en zengin adamıyla evlenmiş biri. Fakat görüyoruz ki olayların seyrinde, o maddiyatı elinin tersiyle itmiş, gayet mütevazı bir hayat seçip, hatta geçim sıkıntısı yaşayacak kadar kendinden ödün vermemiş. Bunun notunu da bizzat gözlemlerime dayanarak düşeyim. Yeşim ayrıca, ses, eğitim açısından da önde. Gülben’de ne var? İşte o biraz karışık.

Buraya bir virgül koyup, Seren’in sözlerine geri dönelim. “Annem benim bu işi seçmemi istemedi.” Yine uzun yıllardır biliriz ki, magazinden ne kadar uzak kalırsak kalalım, bir şekilde bir yerlerde rastlayarak takip ettiğimiz kadarıyla, Seren’in annesi hakikaten bu tavrı sergiledi. Hatta kızını küstürecek kadar ambargolar koydu, onu yanlışlar konusunda sürekli uyardı. Bunlardan bunalan Seren de annesinin dediğinin tersini yaptı fakat sonunda hep annesinin lafına geldi. Gerçi, evlilik dışı skandallarda hiçbir zaman Seren’in adını duymadık biz. Annesinin öğütleri de evlilik yaptığı kişilerin yanlış seçim olduğuna dairdi. Bilirsiniz bu anne-kız figürü Yeşilçam filmlerinde defalarca konu olmuştur. Kız şöhret basamaklarını tırmanmak için yola çıkar, arkasındaki en büyük destek annesidir. Hatırlayın, Perran Kutman-Gülşen Bubikoğlu ikilisi mesela bunu bir filmde oldukça açık bir biçimde işler. Para babalarına direnen kızına nasıl da yol gösterir anne. Neredeyse “aman para var işin ucunda ne olacak” diyecek kadar. Hatta kız vazgeçer gibi olduğunda, bir miktar sahte gözyaşı döküp, “ne yani eski sefil hayatımıza geri mi dönelim diyorsun?” diye kızına vicdan yaptıracak kadar. Anne fevkalade hırs doludur, kızsa onun ağır işçisi. Bir tür rahat etme aracı. İşte Seren’in annesi bunun tam tersi. Kadın zaten doymuş paraya şöhrete. Piyasayı da biliyor. Kızını korumak istiyor.

Yeşim ve Seren, Gülben ve X dedik. X’e geçmeden önce, biraz Gülben’i konuşalım. Bu iki kadınla Gülben’i karşı karşıya getiren konu aynı. İkisinin de aldatılmasına sebep olmuş. İkisine de ağır bir travma yaşatmış. Seren’i hep bilirdik, hatta Seren’in serzenişlerini de, “bir dönem benim çantamı taşıyan biri, evlenmek istediğim adamı elimden aldı, halbuki onu gazino programlarına ilk ben aldırdım” filan. Buradaki ağır travma daha derin yani. Tam bir besle kargayı oysun gözünü durumu var. Ben buradan biliyorum Gülben’i. Bir de Hülya ile olan sonsuz ve bıktıran polemiklerinden. Onun da bir proje olduğunu düşünüyorum. Hülya’ya bir görev verildi ve çift taraflı kazan kazan oynandı. Aralarında anlaşmış bile olabilirler. Nitekim ikisi de şöhret yaşamlarındaki (sanat yaşamı değil) zirveyi bu polemiklere borçlular. Az kalsın unutuyordum, Gülben’i bir de şuradan biliyorum. Bu çocuklara dair proje ona verildiği zaman, sanıyorum Gülben bir kampanya başlatmıştı. Çocuklara anne sütü kampanyası. Fakat kampanyanın amacı şuydu, sütü olmayan annelerin çocuklarına başka anneler süt versin. Sanırım sütü olan annelerin sütlerinin tüplere doldurulup bunların çocuklara verilmesi tarzında bir şeydi. O dönem bazı önde gelen isimler buna itiraz etti. “Bir annenin sütünü hangi çocuğun içeceği belli değil. Oysa dinimizde süt kardeşliği vardır. Ve bir insan sütkardeşiyle evlenemez. Fakat kardeş kardeşi bilmeyecek. Bu nesebin bozulmasına yol açar.” Mantıklı bir itiraz. Fakat sonra bu konu gündemden düştü ve bir daha meseleyi açan olmadı. Bu meseleyle birlikte, neden Gülben’e böyle bir projenin verildiğini ben hala merak ediyorum o ayrı.

Tüm bunların sonunda Yeşim ve Seren, Gülben ve X arasında gelişen tartışmalara bakılarak yapılan bir yorum daha var. Gülben biliyorsunuz yine yıllar önce beyaz bir gömlekle basın karşısına çıkarak bir kaset olayından dolayı ağlamaklı bir tonda başına gelen mağduriyeti dile getirmişti. Kaset ve özel hayat deyince benim tepem atıyor zaten. Tüm Türkiye gibi. Ve bu necip millet bu olayda Gülben’e inandı ve meseleyi kapattı. Bir daha da hiç açılmadı. Ona bir itirazımız yok. Fakat şu yorum yapılıp şu soru soruluyor bugün, Gülben bu kadar bariz yanlışlar yaparken onu kim, neden koruyor? Bu sorunun akabinde lafı X’e getireceğimi ve meseleyi biraz komplo teorileriyle süsleyerek, yok şu gizli yapı yok bu gizli yapı mı acaba diyeceğimi düşünenler yanılıyor. Bu iddiaların hiçbirine itirazım yok. Ve fakat çok afaki kalır benim X’imin yanında. Benim X’im daha somut çünkü.

Gülben biliyorsunuz, üç erkek evlada sahip. İşte bu yeni iddialar bu evlatlara rağmen bir anne sıfatını taşırken de bazı çirkin işler yaptığına dair. Yeşim de bunu diyor zaten. “Yıllarca sustum fakat artık yeter.” İnsan bir yerde durur değil mi? Dursa, o çocukların hatırına Yeşim de Seren de sonsuza kadar susacaktı belki. Hatta emin olun necip Türk Milleti de susardı. Dediğim gibi, o üç erkek evlat hatırına. Şu noktadan sonra her şey zembereği boşalmış bir saat şiddetinde ilerliyor. Fakat buna bir dur demek hala mümkün. Yine o üç çocuk hatırına. Gülben bir an önce gizliden ilgilerden özür dileyecek, hatalarını kabul edecek, medya önünde de fazla esip yağmayacak. Çünkü bu yolla yaptıklarını meşrulaştırma da var. Ben öyle sanıyorum ki ilgililer (daha doğrusu mağdur ettikleri) ondaki samimiyete ikna olursa, meseleyi fazla karıştırmayacaktır. Bu Türk toplum yapısının yara almamasına da sebep olacak, kötü bir örneğin emsal oluşturmamasını sağlayacaktır. Gülben bunu Türk aile, Türk toplum yapısına borçlu olduğu kadar çocuklarına da borçludur. O üç çocuk ancak bu şekilde bu olaylardan yara almadan kurtulur. Buradaki ana fikir Gülben değildir yani. Bize ne? Yaptığının bedelini ödesin der, çekilirsin kenara. Fakat çocuklar için aynı şeyi deme lüksümüz yok.

Gülben, kendi içinde hesaplaşmasını bir an önce yapmalıdır. Buna da X’ten başlamalıdır. X kim mi? X Gülben’in annesidir. Ve Gülben annesine ilkin şu soruyu sormalıdır: “Anne neden bana bir gün olsun, dur demedin.”

               

            

Önceki ve Sonraki Yazılar