PROF. DR. İRFAN KAYA ÜLGER
YUNANİSTAN, EGE'DE KARASULARINI 12 MİLE ÇIKARAMAZ !
Ege denizinde hem Türkiye, hem de Yunanistan’ın karasuları genişliği halen 6 mildir. Mevcut koşullarda Ege denizinin Türkiye’nin karasuları alanı % 7.5, Yunanistan’ın % 41.5 şeklindedir. Geriye kalan % 51 alan açık deniz statüsündedir. Karasuları 12 mile çıkarıldığında açık deniz alanı % 29’a düşmekte, Türkiye’nin karasuları alanı % 9.6 olmakta, buna karşılık Yunanistan karasuları alanı % 61’e yükselmektedir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse Ege denizi adeta bir Yunan Gölü haline gelmektedir.
Yunanistan’ın mevcut koşullarda karasularını 12 mile çıkarması için Türkiye ile çatışmayı göze alması gerekiyor. Ekonomik ve askeri gücü buna uygunluk taşımadığı gibi NATO ve AB’nin böyle bir savaşa izin vermeyecekleri de açıktır. Yunanistan, 1821 Mora isyanından günümüze toprakların 4 katına çıkarmıştır. Tarihteki tüm genişlemesi ve kazanımlarını Rusya’nın /Batılı devletlerin himayesi altında sağlamıştır. İçinde bulunduğumuz günlerde Ege tartışması ve diğer provokasyonların amacı da Akdeniz’de esasen deniz hukukuna aykırılık teşkil eden Mısır-Yunanistan deniz yetki alanları anlaşmasını kabul ettirmektir. Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı kanalıyla yaptığı açıklamada ifade edildiği üzere bu anlaşma yok hükmündedir. Olmayan bir kazanımı meşrulaştırma çabası da abesle iştigaldir.
Yunanistan, 1974 yılında Nikos Sampson darbesinin ardından Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesine tepki olarak Ege denizinde karasularını 12 mile çıkarma girişiminde bulunmuştur. Ancak bu girişime Türkiye, o tarihte çok sert tepki göstermiş ve savaş sebebi (casus belli) sayacağını ilan etmiştir. Soğuk savaş dönemindeki bu ihtilaf, ABD’nin araya girmesiyle dondurulmuştur. Yunanistan’ın ikinci girişimi, 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesini 1995 yılında onaylamasının ardından gelmiş, TBMM’nin 8 Haziran 1995’de tüm partilerin imzaladığı bir bildiri ile kararlılığını ortaya koymuş ve bunun üzerine Yunanistan ikinci kez geri adım atmıştır.
Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, 26 Ağustos 2020’de yaptığı açıklamada, İyon Denizinde karasularını 12 mile çıkarmak için hazırlık yaptıklarını ve bu konuya ilişkin tasarının parlamentoya sunulacağını söyledi. Bu açıklamanın ardından hem Yunanistan’da, hem de Türkiye’de Ege karasuları tartışması yeniden alevlendi. Kamuoyu, örtülü ve açık biçimde Yunanistan’ın Ege denizinde benzer bir girişimde bulunup bulunmayacağını tartışmaya başladı. Dolayısıyla burada Doğu Akdeniz’deki mevcut durumun analizinin ardından karasuları kavramının içeriği ve Yunanistan’ın bu yönde bir kararı neden alamayacağı incelenecektir.
Evveliyetle belirtmek gerekir ki, deniz yetki alanları konusunda Doğu Akdeniz’de karmaşık bir durum söz konusu. Devletlerin deniz egemenlik alanlarının spektrumu, nereden başlayıp nereye kadar uzandığı, adaların deniz yetki alanına ne oranda sahip olduğu biteviye tartışılıyor. Her ne kadar BM Deniz Hukuku Sözleşmesi hükümleri açık ise de buradaki hukuk kuralların, her coğrafyada yeknesak /tek tip uygulanacağını öne sürmek mümkün değil. Uluslararası Adalet Divanının deniz hukukuna ilişkin olarak vermiş olduğu kararların da dikkate alınması gerekiyor. Bu kararlar esas itibariyle kendi içerisinde tutarlılık gösterdiği, uygulamaya yol gösterici özellikler taşıdığı için içtihat olarak kabul edilmektedir.
DOĞU AKDENİZ'DE DENİZ YETKİ ALANLARI TARTIŞMASI
Türkiye’nin 27 Kasım 2019’da Libya’da BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması ve eşzamanlı olarak imzalanan askeri işbirliği anlaşması büyük yankı uyandırdı. Yunanistan, Batı desteği vehmederek bu anlaşmaya meydan okuma anlamına gelen bir başka deniz hukuku metnine imza attı. Yunanistan’ın Akdeniz’de kara ülkesi olmamasına rağmen, Mısır ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması imzalaması şaşkınlık yarattı. Adalar arasında şerit çekerek oluşturulan hat esas alındı ve 10 Ağustos 2020’de imzalanan anlaşma, iki hafta sonra Yunanistan Parlamentosu tarafından onaylandı. Türkiye, bu konudaki tavrını net biçimde ortaya koydu. Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Mısır- Yunanistan deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmasının yok hükmünde (keenlemyekün) olduğu belirtildi.
Bu anlaşmanın öncesinde olduğu gibi sonrasında da Türkiye, mülkiyeti devlete ait sismik araştırma ve sondaj gemileri ile Akdeniz’in muhtelif yerlerinde faaliyetlerini sürdürdü. Savaş gemileri ve hava desteği ile faaliyet yürütülen faaliyetler, esas itibariyle ulusal çıkarları koruma kararlılığının ortaya konulması girişimiydi. Gambot diplomasisi adı verilen uygulama ile Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetiminin hukuka aykırı maksimalist taleplerini hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini deklare etmiş oldu. Bu arada aralarında Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile AB Yüksek Temsilcisi Joseph Borrel’in de bulunduğu bir çok Batılı lider tarafından örtülü veya açık biçimde Türkiye’ye “uluslararası hukuka saygı gösterme” çağrısı yapıldı. Fransa’nın Doğu Akdeniz’e savaş uçakları ve Charles de Gaulle isimli savaş gemisi göndermesinin gerilim yaratması üzerine AB ve NATO çevreleri, taraflara itidal tavsiye ettiler. Bu arada Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın öncülüğünde, Fransa’nın da açık desteği ile AB’nin Türkiye aleyhine yaptırım kararı alması için başlatılan girişimler fiyasko ile sonuçlandı.
Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlık deniz yetki alanlarının nerede başlayıp nerede bittiği ile sınırlı değil kuşkusuz. Aynı zamanda Arap baharı sonrasında kimi ülkelerde halen devam eden iç savaş, siyasi ve iktisadi sebeplerle sığınmacı akını, kimi devletlerin bölgede deniz ve hava üssü kurma çabaları da gerilim yaratıyor. İlave olarak, Doğu Akdeniz’in hidrokarbon kaynakları potansiyeli, doğalgaz sektöründe OPEC benzeri kartel oluşturma çabaları, AB desteği ile Kıbrıs, Girit, Yunanistan, İtalya üzerinden 1900 km uzunluğunda EastMed boru hatları projesi inşa hazırlıklarını da saymak gerek. Tüm bu alanlarda görüş ayrılıkları devam ederken Yunanistan hükümetinin İyon denizinde karasularını genişletme kararı alması, kaçınılmaz olarak Ege denizinde karasuları genişliği ve 12 mil tartışmasını gündeme getirdi.
KARASULARI KAVRAMINDAN NE ANLAMAK GEREKİR?
Karasuları kavramının ne olduğunu net biçimden anlayabilmek için öncelikle bir devletin egemenlik yetkisi kullandığı bölgelere bakmak gerekmektedir. Bir devletin egemenlik haklarını kullandığı üç bölgeyi kara ülkesi, deniz ülkesi ve hava ülkesi olarak sınıflandırmak mümkün. Kara ülkesi, devletin coğrafyası, sınırları içerisinde kalan bölge anlamındadır. Bir devletin deniz ülkesinden bahsedebilmek için coğrafyanın denize sahildar olması, deniz kenarında bulunması gerekmektedir. Karalar arasında sıkışıp kalmış (landlocked) bir ülkenin deniz ülkesi söz konusu olamaz. Deniz ülkesi, sahildar devletin karasuları genişliği kadar olan alanda egemenlik yetkisine sahip olması demektir. Bir ülkenin hava ülkesi ise kara ülkesi ile deniz ülkesi üzerindeki hava sahasını ifade etmektedir. Deniz ülkesi üzerindeki devletin egemenlik hakkı, hava sahasına ilave olarak deniz yatağı ve toprak altını da içermektedir.
1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin 3’ncü maddesine göre, her devletin karasuları genişliğini belirleme hakkı vardır. Karasuları genişliği en fazla 12 mile kadar uzanabilecektir. Devletler, egemenlik yetkilerinin doğal sonucu olarak karasuları genişliğini öngörülen rakamdan daha az olarak da belirleyebilirler. 1944 tarihli Şikago Uluslararası Sivil Havacılık Anlaşması karasuları içerisinde kalan deniz alanları, deniz yatağı ve toprak altını, ülkenin bir parçası olarak kabul etmiştir. 1958 tarihli Cenevre Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi ile 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi bunu teyit etmiştir.
Yunanistan ile Türkiye hava sahası anlaşmazlığı da doğrudan karasuları ile ilintilidir. Yunanistan’ın ve Türkiye’nin Ege denizinde karasuları uzunluğu 6 mildir. Yunanistan, 1936 yılında, Türkiye ise 1964 yılında karasuları genişliğini 6 mile çıkarmıştır. Buna karşılık Yunanistan, hava sahasının 10 mil olduğu iddiasındadır. Bir başka ifadeyle, 6 mil karasularının ötesinde 4 mil açık deniz alanlarının üstü Yunanistan tarafından ulusal hava sahası kabul edilmektedir. Buna göre, Ege denizindeki bir Yunan adasının karasuları genişliğinin hemen yakınında örneğin 7 milde seyreden bir savaş gemisi açık denizde kabul edilirken, buradan havalanan bir helikopter Yunanistan hava sahasını ihlâl etmiş olmaktadır. Türkiye, Yunanistan’ın 6 mil karasuları üstünde 10 mil hava sahası tezini kabul etmemektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin Yunanistan hava sahasını ihlal ettiğine ilişkin olarak NATO’ya ve Batı ülkelerine iletilen şikayetler hep bu çarpıklıktan kaynaklanmaktadır.
YUNANİSTAN'IN EGE DENİZİ'NDE KARASULARINI 12 MİLE ÇIKARMASI MUHAL
Ege denizinde hem Türkiye, hem de Yunanistan’ın karasuları genişliği halen 6 mildir. Mevcut koşullarda Ege denizinin Türkiye’nin karasuları alanı % 7.5, Yunanistan’ın % 41.5 şeklindedir. Geriye kalan % 51 alan açık deniz statüsündedir. Karasuları 12 mile çıkarıldığında açık deniz alanı % 29’a düşmekte, Türkiye’nin karasuları alanı % 9.6 olmakta, buna karşılık Yunanistan karasuları alanı % 61’e yükselmektedir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse Türkiye’ye yakın adaların Yunanistan tarafında bulunan açık deniz bölgesi daralmakta ve Ege denizi adeta bir Yunan Gölü haline gelmektedir.
Ege denizinde karasuları genişliğinin 12 mile çıkarılması halinde Türkiye adeta kendi karasularına hapsedilmiş olacaktır. Bunun bilincinde olan Türkiye, 1970’lerin ortalarından beri kararlı bir tutum ortaya koymuştur ve bundan geri adım atması da mümkün gözükmemektedir.
Yunanistan, 1974 yılında Nikos Sampson darbesinin ardından Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesine tepki olarak Ege denizinde karasularını 12 mile çıkarma girişiminde bulunmuştur. Ancak bu girişime Türkiye, o tarihte çok sert tepki göstermiş ve bu yöndeki bir kararı savaş sebebi (casus belli) sayacağını ilan etmiştir. Soğuk savaş dönemindeki bu ihtilaf, ABD’nin araya girmesiyle dondurulmuştur. Yunanistan’ın ikinci girişimi, 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesini 1995 yılında onaylamasının ardından gelmiş, Atina yönetimi karasularını 12 mile çıkarma hakkını saklı tuttuğunu öne sürmüştür. TBMM, 8 Haziran 1995’de tüm partilerin imzaladığı bir bildiri yayınlayarak kararlılık ortaya koymuş ve bunun üzerine Yunanistan geri adım atmak zorunda kalmıştır.
Netice olarak, Yunanistan’ın Ege denizinde karasuları genişliğini içinde bulunduğumuz dönemde 12 mile genişletmesi, bu yönde bir karar alması muhal gözükmektedir. Türkiye’nin bu konudaki resmi görüşü, Ege’nin bir yarı kapalı deniz olduğu, burada tek taraflı girişimlerin hukuka uyarlık taşımayacağı şeklindedir. Öte yandan, Ege denizinde karasuları genişliğinin 12 mile çıkarılması, bu kavramın ortaya çıkış nedeni olan denizden gelebilecek tehlikelere karşı korunma amacına da aykırılık teşkil etmektedir. Yunanistan’ın mevcut koşullarda karasularını 12 mile çıkarması için Türkiye ile çatışmayı göze alması gerekiyor. Ekonomik ve askeri gücü buna uygunluk taşımadığı gibi NATO ve AB’nin böyle bir savaşa izin vermeyecekleri de açıktır. Yunanistan, 1821 Mora isyanından günümüze toprakların 4 katına çıkarmıştır. Tarihteki tüm genişlemesi ve kazanımlarını Rusya’nın /Batılı devletlerin himayesi altında sağlamıştır. İçinde bulunduğumuz günlerde Ege tartışması ve diğer provokasyonların amacı da Akdeniz’de esasen deniz hukukuna aykırılık teşkil eden Mısır-Yunanistan deniz yetki alanları anlaşmasını kabul ettirmektir. Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı kanalıyla yaptığı açıklamada ifade edildiği üzere anlaşma yok hükmündedir. Olmayan bir kazanımı meşrulaştırma çabası da abesle iştigaldir.