NECDET PEKMEZCİ
Cuntanın yasası olmaz ama zamanın kanunu vardır!
Çatışmalarda, iç savaşlarda, kalkışmalarda ve de savaşlarda kahramanlar ölüyor. Arkada kalanlar ya kazananlar oluyor ya kaybedenler ya da kötüler. Bireyin kahraman olması için ölmesi gerekiyor. Coğrafyanın kahramanları çok fazla değil. Bakmayın siz resmi tarihin çokça kahramanları anlatmasına. Çok olanlar kötüler, hatta korkaklar. Kahramanı aslında kahraman yapan, hainler, kalleşler, kötüler. Onlar olmazsa, coğrafyada kolay kolay kahraman olunmuyor. Kahramanları yaratanlar, bu kötülerdir…
Kahramanların kahraman olmaları için zaman olması gerekiyor. Zamansız kahraman da hain de olunmuyor.
“Nasipsiz dayak bile yenilmez” demiş eskiler…
(Buradaki ‘nasibi’ zaman olarak okuyun)
Zaman var zaman var!
Kahramanlık zamanı var.
Hainlik zamanı var.
Ölünecek zaman var.
Yaşanacak zaman var.
Aşık olunacak zaman var.
İhanete uğranacak zaman var.
İhanet edilecek zaman var.
Gülünecek, isyan edilecek, kalkışma , darbe yapılacak zaman var.
Peki, bu zamanlar birbirlerinden nasıl ayrılıyorlar.
Ölümü yaşamı, aşkı ihaneti, gülmeyi, ağlamayı, isyanı kalkışmayı, birbirlerine yakın tutarak, birini öne birini arkasına alarak ayırabilmek sanırım mümkün. “Zıtların birlikteliği” deyin buna…
Biri olmadan diğeri de olmuyor…
Ama darbe zamanını neyle zıtlaştıracağız!
Demokrasiyle mi?
Sanmam; çünkü biri geldiğinde diğeri gidiyor. Daha doğrusu biri diğerini öldürüyor.
Darbeyi ancak darbecilerle mukayese edersek anlamamız daha kolay olacak. Darbeci olmazsa darbe de olmuyor. Ya da cunta…
Cuntanın da cunta olabilmesi kanun var; illa ki birden fazla cunta olacak.
Bir, iki, üç….
Kah iç içe geçecek cuntalar, kah yan yana duracak. Cuntalar, cunta olmadan evveli cuntacık. Cuntacıklar birbirlerini yediklerinde palazlanıyor, cunta oluyor. İhtilal ‘ilkin çocuklarını yer’ denmesi bundan.
Gerçi bu hüküm de ihtilalin gerçekleşmesine bağlı.
Yani yasa değil.
Tez olan hüküm ancak darbe gerçekleştiğinde yasalaşabiliyor.
Bunu 15 Temmuz’da gördük.
Cuntacıklar, evlatlarını değil,15 Temmuz gecesi birbirlerini yediler…
15 Temmuz’da olduğu gibi cuntacıklar, cunta olmak isterlerken “şartlar” olgunlaşmadığı, ülkenin bütün düşmanlıkları okşanamadığı için bunu beceremediler.
Haliyle bu da darbe değil, olsa olsa teşebbüsü olarak kaldı.
15 Temmuz’da erken kalkan cuntacık, cunta olmaya kalkıştı. Velhasıl, geç uyananlar aslında hiç uyumamışlardı. Hemen, yer altı örgütünün elemanları ilan ettiler, memlekete çökmeye kalkanları.
“Fedailer” feda ediliverdiler…
Hemen öykü faslına geçildi; öyle bir öykü yazıldı ki, ne doğrululuğu kesin ne de doğruluğunu kesinleştirecek bir öykü değildi yazılan…
Hikayenin merkezi vardı; Genelkurmay Karargahı…
Boğazlanmalar, yerlerde sürünmeler, ters kelepçeler gördük sahnede…
Bir de kahraman vardı sahnede; dönemin 1. Ordu Komutanı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Ümit Dündar, uzaklardan İstanbul’dan çıktı sahneye…
Dedik ya coğrafyada ölünmeden kahraman olunmuyor. Dündar Paşa terfi etti “asıl” sahneye çıkarıldı. Ancak sahne dar geldi. Ya da getirildi. Şimdiler de “sahnede” tek başına Dündar Paşa…
Şimdi Genelkurmay ikinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar. Üstü de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar.
Bir de gecenin kahramanlarından Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı’yı unutmamak gerekiyor.
Fırat Kalkanı operasyonun da komutanı Aksakallı Paşa…
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak da Fırat kalkanı operasyonunun başlangıcında vardı, hatta Suriye’ye sınırı geçmiş ve nedense sonra dönmüştü…
Haliyle “sahneye” çıkmanın da “sınırı” geçmenin de bir zamanı var…
Zaman olmazsa olmazı olması gerekenin!
Zaman olmadan gereken olmuyor…
Bu da zamanın kanunu…