Ey Arap liderler, “Fe Eyne Tezhebun?”

Aslına bakılırsa, sadece bu başlığı yazıp, altına tek kelam yazmasaydım dahi, çoğu kişi çok şey anlardı. Fakat biz hiç üşenmeyelim, malumu ilam edelim.

Kabe İmamı’nın bir siyasetçi gibi davranıp, “Şükürler olsun Allah’a ABD ile birlikte dünyayı yönetiyoruz” demesinin ardından, BAE’li bir General “İsrail bizim kardeşimiz” dedi ve ilave etti; “ABD de bizi denetleyen abimiz.”

Nasır’dan sonra büyük bir gemi kaçmıştı o topraklardan. Bunu biliyorduk fakat malumun ifşasının artık bu kadar da alenileşeceğini tahmin edemezdik. Vay, sosyalist Nasır’ı yazıyor, bak bak hangi gemiymiş o? Diyecek olanlara tek bir cevabım var benim, en azından Kabe İmamı’ndan, BAE’li generalden daha “milli” olan Nasır. Bu noktadan sonra çok da tın sosyalistliği der geçerim. Hatta şunu da ilave ederim, Milli Mücadele’ye öykünen Nasır, emperyalizmle mücadelesinde ve tam dönemine denk gelen Soğuk Savaş esnasında SSCB’ye yaklaşmayı siyasi bir yol olarak takip etmiş olabilir. Süveyş Kanalı’nı İngilizlerden söke söke alıp, millileştirmek döneminde kolay mıydı? Üstelik Osmanlı’dan sonra emperyalizm tarafından kurdurulan kukla Arap devletleri ve liderlerinin ortasında yapıyor bunu. Kolay mı bir duvara sırtını dayamadan emperyalizme bayrak açmak? (Biz şimdi bunu hiç kimseye sırtımızı dayamadan fakat akılcı diplomatik hamlelerle yapıyoruz, o ayrı.) Fakir köy çocuğu, millilik ateşiyle yapıyor bunu. Kısmen başarıyor da. Halkı da destek oluyor. Fakat bir kalp kriziyle erkenden ayrılıyor dünyadan. İşte o Nasır’dır İsrail’le savaşmak için Filistin’e koşan. Filistin’in özgürlüğü için İsrail’in kurulmasının ardından Arap liderleri arasından tek çıkış yapan. Aynı Nasır, İngiliz Kraliyet ailesinin Mısır’daki sömürgesine son vermek için gizli “Hür Subaylar Örgütü”nü kurmuştur. İlk Arap İsrail Savaşı’nda da (1948-1949) daha genç bir subayken yer almıştır. Aynı Nasır, ileride devlet başkanı olduğu zaman da NATO ve VARŞOVA Paktı’na (SSCB’ye görüldüğü üzere resmen teslim olmamış) girmemiştir. Bunun yerine döneminde –bence- çok önemli bir oluşum olan Bağlantısızlar Hareketi’nde yer almayı tercih etmiştir. Cezayir’in Fransız karşıtı bağımsızlık mücadelesini desteklemiştir. Fransa’nın küçük, İngiltere’nin büyük ortak olduğu Süveyş Kanalı’nı kamulaştırmak için çabalamış, bunun üzerine, birinci Arap-İsrail Savaşı’ndan kuyruk acısı olan İsrail, İngiltere ve Fransa’ya büyük bir zevkle yardıma kalkmış ve ikinci Arap-İsrail Savaşı başlamıştır. Fakir köy çocuğu Nasır, fakir ve yarı sömürge ülkesinde havadan (İsrail, Fransa, İngiltere savaş uçakları) yönelik saldırılara çok da direnç gösterememiştir. Bunun üzerine devreye BM girmiş ve kanalı Mısır’a bıraktırmıştır. Bu başarı Nasır’ın yerini sağlamlaştırmıştır fakat bütün askeri ve siyasi hayatı boyunca tek dış sorunu olarak İsrail’i gören Nasır, Sina’ya cephaneler ve savaş uçakları yığmış, bunu erken fark eden İsrail’in uçakları yerde bombalaması üzerine tarihe Altı Gün Savaşları olarak geçen üçüncü Arap İsrail Savaşı’nı da Nasır (Araplar) kaybetmiştir. Nasır kahrından istifa etmiş fakat halkının yalvarmasıyla yeniden görevine dönmüştür. Bu savaştan sonra İsrail 1948’e göre topraklarını dört kat genişletmiştir. Nasır’a bu açıdan şüpheyle bakılabilir mi? Bu bence aşırı paranoya olur. İşte, Nasır böyle yaptı sonuç bu oldu öyleyse bunlar bir dolap mıydı diye sorduracak bir ayrıntı yoktur. Ayrıca ta 1949’da onu Filistin Cephesi’ne sürükleyen ve böylece bir ideali başlatan şey pekala katıksız bir emperyalizm karşıtlığı olabilir. Hayatı bu ideal uğrunda mücadeleyle geçmiş kısmen de başarılı olmuştur. Süveyş Kanalı’nın ne denli önemli olduğunu bilen onun başarısının da ne denli mühim olduğunu görebilir. Şüphe soyut fakat kanal somuttur.

Niye Nasır’a bu kadar geniş yer ayırdık? Çünkü Kaddafi ve kısmen ya da sonradan Saddam hariç bir daha o topraklara emperyalizm karşıtı bir lider ( bir de 1953’de İngiliz ABD ortak yapımı bir darbeyle devrilen İran’ın Milli Cephe Lideri Musaddık’ı sayabiliriz) bu etkide gelmemiştir. Süreç de görüldüğü üzere Kabe İmamı’nın şükrüyle ve BAE’li generalin malumu ilam etmesiyle sona ermiştir.

Öyleyse bu ilahi soru tam yerinde değil midir? Ey Arap Liderleri “Fe Eyne Tezhebun?”

İsrail’in giderek kontrolden çıkan bir güç olmasını engelleyecek tek şey bu Arap Liderlerinin kendine getirilmesidir. Yoksa değil topraklarını dört kat genişletmek, bekledikleri ütopyaya bir büyük adım daha atmaları an meselesidir. İslam bu topraklarda, bunların egemenliğinde ne yazık ki şeklen bile yaşanmamaktadır. Peçe vesaire gibi ayrıntılar, kadınlara yönelik baskılar İslami olmadığı gibi faşist erkek bakışının Arap devlet yönetimi örfündeki tezahürüdür. Yani bu şekiller sizi yanıltmasın. Bu bakımdan bu liderlerden İslami bir öze sahip olmalarını ve bu soruyu o özü dikkate alarak cevaplamalarını beklemek boş bir bekleyiş olacaktır. Yani kendiliklerinden kendilerine gelmeyecekleri açıktır. Bu yüzden kendilerine getirilmelidir diye belirttim. Bunu yapacak olan da tabi ki Netanyahu’nun sızlanışına sebep olan Arap Halklarıdır. Ne diyordu Netanyahu? “Bizim Arap Liderleriyle bir sorunumuz yok. Sorunumuz Arap Halklarıyla.”

Ne sevindiricidir ki Netanyahu’nun sorunu olduğu Arap Halklarının Erdoğan’la bir sorunu yoktur. Ve teveccühleri Erdoğan’a karşı zirvededir.

Arap topraklarında yeniden bir Nasır çıkar mı? Bunu bilemiyoruz. Fakat Arap Halklarının da teveccühle baktığı Erdoğan Ortadoğu’ya çok yakın olan bu coğrafyadan çıkmış. Tüm Arap Halklarının kaçırdığı o gemiyi biz kaçırmayalım. Bunu Arap Halkları için de yapalım. Nasır 1948’in akabinde hemen 1949’da İsrail’e mecazen “one minute!” demek için Filistin Cephesi’ne koşmuştu. Onun bıraktığı yerden Erdoğan daha gür bir nidayla ve bütün dünyanın gözü önünde reel manada “one minute!” demiştir. İşte biz, o gün bu gündür bu iki kelimede özetlenen bir bağımsızlık mücadelesi içindeyiz. Mazlumlar, zulüm altındakiler, kaynakların sömürülmesiyle fakir düşen halklar adına o gün bu gündür bağırıyoruz; “one minute!” Bu nidayı kesmek için de tüm emperyalistler ve maşaları birleşti, birleşiyor.

Öyleyse “Fe Eyne Tezhebun?” sorusunu asıl Sahib-i Rahman’a bırakıp, (çünkü O’nun adaleti şaşmaz) biz rotamızı sırat-ı müstakim’den hiç ayırmadan tüm mazlumlar ve sömürülenler adına kendi devletimize sahip çıkalım.

Dediğim gibi bunu Arap Halkları için de yapalım. Çünkü o halklar asıl bizim kardeşimizdir. Arap Liderleri veya Kabe imamları kimi kardeş kimi abi görürse görsün, biz Arap Halklarının bu teveccühü boşa çıkarmayalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar