ZİHNİ ÇAKIR
Ha devlete çöreklenen 'Paralel Devlet' ha devlete ayar çeken 'Paralel Otorite'!
Ortadoğu için demokrasiyi bile terör örgütleriyle getirmeye çalıştığını iddia eden bir batı var. Bölgeyi dizayn ederken en önemli partnerleri terör grupları.
Şiisi, sünnisi, selefisi vahabisi fark etmeksizin üstelik. Bu minvalde bölgede uçan kuşu bile takip eder haldeler.
Ortadoğu’yu batı için önemli kılan, dünyaya hükmetmenin yolu Ortadoğu’dan geçer dedirten olgu, bölgenin bütün milletlerin iştahını kabartan önemi, Prof. Dr. Zekeriye Kurşun’un ifadesiyle, “Cevelangâh-i Musa yani Hz. Musa’nın dolaştığı güzergah; ‘Mehd-i İsa’ yani Hazreti İsa’nın doğduğu yer, ‘Kıblegah-i İslam’ yani İslam’ın ilk kıblesi ve asırlardan beri pek çok önemli İslami hâtıranın da bulunduğu bir yer” olmasından.
Buna genel kabul görmüş enerji zenginliği ve jeo-politik önemini de ekleyelim.
İşte batı tüm bu zenginlikleri bünyesinde barındıran bölgeyi kontrol altında tutmak için kendi projelendirdiği terör örgütlerine egemenlik alanları tahsis etmiş, kimi zaman düşük kimi zaman yüksek gerilimle çatışmayı dinamik tutmuş.
Kontrollü gerilim ve dönemsel değişim gösteren çatışma politikaları ile bölgeye hükmeden batı, haliyle bölgede faaliyet gösteren tüm kuruluşları kendi kontrolü altında tutmayı başarmış. Öyle ki; batının bilhassa da İngiltere, ABD ve İsrail istihbarat örgütlerinin çıkarlarıyla örtüşmeyen hiçbir ‘özel’ faaliyet hayat bulamamış bölgede.
Batının Ortadoğu’ya yönelik politikalarının en belirleyici koşulu da İsrail’in mevcudiyetini sürdürebilmesi üzerine. Bu bağlamda, İsrail’in bölgede varlığını devam ettirebilmesi için gerekli olan gıda gerilimse, belli kuruluşlar üzerinden İsrail’i besleyecek gerilim stratejileri devreye sokulmuş, eğer ki İsrail için gerekli olan sükunet ve durağanlıksa, aynı kuruluşlar eliyle bu atmosferin oluşturulmasına yönelik stratejiler devreye sokulmuş.
Biliyorum kimi dostlar ve belli bir zümre çıldıracak ama; Mavi Marmara organizasyonunun arkasındaki üst aklın stratejisi de, İsrail için gerekli olan “kontrollü gerilim” stratejisinden başka bir şey değildi.
Orada şehit olanların şehadetlerine elbette saygı duyuyorum. Mesela o şehitlerden değerli dostum meslektaşım Cevdet Kılıçlar’ın bu stratejinin bir parçası olması imkansızdı; lakin bu, onu o sona taşıyan üst aklın stratejisini görmemem anlamına gelmez.
Elbette organizasyonun merkezinde yer alan İHH yönetimindeki bir çok kişi de böyle bir stratejinin figüranı değildi; ancak öyle bir sona sürükleyen ısrarın arkasındaki ajandayı sorgulamamıza engel değil onların durumu.
Çok bir şey demeyeceğim…
Sadece Mavi Marmara olayını ranta dönüştürenlere bakın.
Time kapağından milletvekili adaylığına, milyon dolarlık dizi projesine giden hikayelerin kahramanlarına(!) bakın.
O olay üzerine Ömer Turan’ın tanımıyla “mahallenin küçük tanrıcığına” dönüşüp hemen akabinde günlük gazete macerasından “Erdoğan öğütücülüğünde” KARAR kılanları irdeleyin.
Ne bileyim işte; o olay sonrasında hayatları çok farklı mecralara kayanların hikayelerini inceleyin sadece…
O olaydan elde ettikleri ‘dokunulmazlık’ zırhı bir yana; kendilerini “paralel otorite” yerine koyup devlete ayar çekmeye çalışanlara bakın.
Türkiye’nin egemenliğini tehdit eden küresel işbirliği ve yanı başımızda başı bozuk çetelerden yeni bir devletçik oluşturmaya çalışan ittifakı bozmaya dair diplomatik hamleyi itibarsızlaştırmaya çalışanları analiz edin.
Paralelcisinden çapulcusuna, ulusalcısından nemelazımcısına bilumum düşünme yetisini kaybetmiş zümrenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mavi Marmara saldırısının hemen akabindeki sözleriyle, bugün devlete ayar çekmeye çalışan İHH’ya karşı kullandığı sözlerini gözümüzün içine sokuşuna karşı düştüğümüz durumun sorumlularını da iyi belleyin.
Çünkü onlara, devletin ve devleti yönetenlerin, yarın nereye savrulacağı belli olmayan STK’larla olan ilişkilerini “ölçülendirmekle” görevli olanlar, danışmanlar, stratejistler, istihbaratçılar değil, bizler cevap vermek zorunda kalıyoruz…
Biliyorum sizler de yutkunuyorsunuz.
Söyledikleriniz yutkunduklarınız yanında devede kulak. Ama nereye kadar…
Şu kadarcığını da olsa söyleyelim monşerlerin müsaadesiyle:
Ortadoğu’da uçan kuşun bile şer cephesiyle ittifak yapmadan hava sahası bulamayacağı gerçeği ortadayken, İran dışında her yerde fink atan sivil örgütlerle devlet ve devleti yönetenler arasında bir mesafe olsun artık.
İngiltere, ABD ve İsrail Başkentlerinde, Ortadoğu’daki kontrollü gerilim ve yoğunluğu dönemsel ölçeklerle belirlenen çatışma için projelendirilmiş silahlı terör gruplarının eğitim kamplarından geçmiş “militanları” gazeteci, entelektüel ve siyasetçi diye bağrımıza basmaktan vaz geçelim artık.
Çünkü bu iş artık tevil götürmez bir hal almaya başladı vesselam…