ZEHRA BETÜL ÖZSEÇER
İNSANA KAPALI İNSANLIĞA AÇIK KAPI 'GELECEK'
Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa korkacak hiçbir şeyi yoktur.
Milan KUNDERA
Gelecek, anda başlayıp sonsuzluğa uzanan, bir ihtimaller örüntüsü. Gelecek; bilimin, felsefenin, dinin konusu; varlığın ilk ürünü olan Zaman’ın ilk meyvesi, insanlığın ilk ve son sınavı, insana kapalı insanlığa açık kapı. İçinden zaman geçen bütün kıssalar, bütün hikayeler, bütün masallar geleceğin bir parçası. Zaman mı geleceğin, gelecek mi zamanın aynası? Tüm bu kaosun içinde; zamanı, hayatın sadece bir parçasıymış gibi algılamak, insanoğlunun hayata tutunabilmesi için geliştirdiği bir güvenlik algısı. Çünkü anları güvenli hale getirebilme çabası, bütün ömrün, bütün insanlığın gerçek hikayesi. Daha güvenli mekanlar, daha güvenli ortamlar, daha güvenli yollar vs. hepsi ama hepsi geleceğin parçası. Yaşamak için bir sonraki anı daha güvenli hale getirme çabası geleceğin bize sunduğu yaşama sancısı .
Korku; tehlike anında kişinin kendini güvence altına almasını sağlayan bir itki. Gelecek için yarattığımız başka bir güvenlik unsuru, aynı zamanda geleceğin en büyük “zaafı” da. Gelecek; hayatın kendisi ise, korkular da geleceği var eden etkenlerden biri. Bu minvalde geleceği değerlendirirsek eğer; korkuların kontrolünün, aslında hayatın kontrolü olduğunu görürüz. İnsana kapalı olan ancak insanlığa açık olan geleceğin, kontrolü için, korkularımızda da, en az güven duygumuzda olduğumuz kadar hassas, dikkatli ve hatta dengeli olmamız gerekmektedir. Çünkü korkularımız; kişinin sosyal, fiziksel ve psikolojik yaşantısında, güvenli alanlar oluşturabildiği gibi bilginin olmadığı yerde ise sadece bir hayal olarak kalmaya mahkumdurlar. Hayaller ise geleceğin, dolayısıyla yaşamın kök aldığı topraktır. Korkular; tamamen cehaletten de kaynaklanmaz üstelik, yarı bilinçli olma halidir bir bakıma. Çünkü bilmediğimizden korkarız ama korkmamız için işaretler vardır ortamlarda. Bu yarı bilinçli hal daha önce de belirttiğimiz gibi kullanılabilir bir duygu olmasını kolaylaştırır korkunun. Bu nedenle korku; belki de bazen sadece bir kurgudan ibarettir.
Kurgulanabilirse, yönetilebilir de; yönetilebiliyorsa, eğitilebilir de. Tam da bu nedenle aslında yönetilebilecek bu duygumuzu eğitmemiz gerekmektedir. Çünkü bu kontrol edilebilirlik aslında korkularımızı pekiştiren bir durumdur. Korkunun; pekiştirilmiş hali ise dışarıdan müdahaleye daha da açık haldedir. Çünkü çevresel etkenleri kontrol edemeyeceğimiz noktada, korku, aslında bambaşka duygulara evrilebilmektedir. Genelde saldırgan bir hal alan bu kontrolsüzlük aslında bizim tam da sahip olmamız gereken bilgidir. Korkularımızı kontrolümüz dışına çıktığında bir başka duyguya evirebiliyorsak, onları yönetip değiştirebileceğimiz anlamına da gelir. Peki bu duyguyu neden yönetmemiz gerekir?
Çünkü korkularımızı yönetemezsek, geleceğimizi yönetmeye talip olacaklardır. Korkularımız için oluşturulan güvenli alanlar aslında yaşam alanlarımızı kısıtlayan hamleler de olabilir. Elbette bir distopyada yaşamıyoruz ancak distopik bir dünya hayal edebiliyoruz. Tanrı insana ruhundan üflemiştir ve ruhunun bir parçası olan yaratıcılığı kodlarımza işlemiştir. Kiminde sanat, kiminde hayat olarak ortaya çıkar bu yaratıcılık. Hayallerin bu yaratma gücünü Pablo Picasso “hayal edebildiğimiz her şey gerçektir” diyerek vurgularken, aynı zamanda geleceğimizin kontrolünü elimize alıp karalar vermemiz gerektiğini öğütler. Çünkü “pişman” olmamak için asıl olan “karar”larımızı bilinçli bir şekilde vermektir ve bütün kararlarımız geleceğe aittir.
Bir tarafta, bizi; aile, devlet, vatan gibi değerlerimizden koparıp bireyselleştiren bir algı çalışması olduğu aşikar. İstediğini yapabilirsin, harikasın, müthişsin, fevkaladesin ama farkında değilsin diye yüzlerce kitap yazıp, yüzlerce film çekip hizmetimize sunuyorlar. Diğer taraftan aynı merciler, bizlerin korku gibi kuvvetli bir duygusunu kullanarak, üstelik korkunun kucağında, topluca harekete geçirebiliyorlar. İşte tam da bu nedenle bireyselleşmenin önemini vurgulayıp topluca hareket etmemizi istiyorlarsa “asıl olanı”, “aslında olanı” görmek gerektiğini düşünüyorum.
Sadede gelirsek; sürekli kararlar vermemiz gereken günlerden geçiyoruz. Bu kararları vermemiz gerektiğinde, korkunun bu kararımızda etkisinin ne kadar olduğuna bakıp, akabinde korku ve kaygılarımızın kendi kontrolümüzde mi gibi sorulara cevap aramalıyız. Korkularımız ve kaygılarımız çeşitli merciler tarafından aktifleştiriliyor ve tetikleniyor ise korkularımızdan kaçarken bambaşka bir korkunun kucağına düşmemek için bu duygunun kontrolünü elimize almamız gerektiğini de fark etmemiz gerekmektedir.
Söylenenlerin aksine, bu hayatı insanca yaşamak, eline yüzüne bulaştırmamak için hiç kimsenin dahi, deha olmasına, hiçbir konuda uzman olmasına gerek yok aslında. Bu yüzden kutsal metinlerde bilmek ve düşünmek öğütlenmiştir ve yeterlidir. İnsanoğlunun varlığından beri yaşanan hiçbir şey temelde değişmedi. Sadece egemen güçlerin lügatı değişti ve dolaylı olarak kelimelerimiz değişti. Herkes başarı ile bu mücadeleden çıktıysa bizler de çıkabiliriz. Hayatımızın kontrolünü elimize almak istiyorsak da korkularımız başlamak belki de iyi bir nokta. Kölelik karşıtı direniş gösteren Amerikalı filozof yazar “Hiçbir şey korkudan daha korkunç değildir” derken aslında korkunun ne denli kullanılabilir bir duygu olduğunu da cümlenin alt metinlerine gizlemiştir. İngiliz hukukçu, filozof Francis BACON ise “İnsanın çekeceği acının bir haddi vardır ama korkunun yoktur.” diyerek eğer korkularımızı kontrol etmek istiyorsak ömür boyu yılmadan bu mücadeleyi vermemizi öğütler bize cümlenin alt metinlerinde. Tek bir seferle asla son bulmayacak diyor. İşte bu nedenle de kontrolü elimize almamız gerekiyor çünkü tek seferlik yenilgimiz bazılarına asla yetmiyor.
Yazımı bir yunan atasözü ile noktalamak istiyorum “ korku mantıktan daha kuvvetlidir”. Mantığımızın korkulara yenik düşmediği, geleceğimizi korkularımıza teslim etmediğimiz günlere uyanmak dileğiyle.