Liberal Emperyalizm (Post Kolonyal Dönem)

18.yüz yıla kadar sürdürdüğü keşfet, sömür, katlet, sonra nifak tohumu ekip, terket politikasını daha güzel isim ve maskelerle revize eden Avrupalılar için yeni politkanın adı idi Liberal Emperyalizm... -Marx’ta katkı sağladı bu politikaya Voltaire’de... Bilmeyenler için biri güya komünist diğeri ise aydınlanmacıydı. Elbette bizlerle ilgili yazdıklarını okumayanlar için çok geçer akçe adamlardır bunlar-.

Önce Hedef Kitleler dillendiriliyordu. Yani risk grubundakiler! Kadınlar, çocuklar, azınlıklar, eşcinseller ve benzeri halk bileşenleri risk grubundakiler olarak tarif edilip, bunların nasılda korumasız(!) kaldıkları ısrarla vurgulanır, daha sonra güdümlü Sivil Toplum Kuruluşları, avantacı gazeteciler, yörüngesiz siyasetçiler derken güruh hazırlanınca da top yekün koro öğürmeye başlar; Demokrasi, İnsan Hakları, Azınlıklara Saygı, Çağdaş Hukuk Devleti, Doğal Çevreye Saygı...

Uzatmayalım, bunlar Liberal Emperyalizmin yeni sömürge stratejisidir. Ama bizim şimdi değineceğimiz kısım, Aşağılık Kompleksidir. Rus Elçisinin öldürülmesinden sonra çok doğal olarak Rusya malumunuz bir heyet gönderdi. Vay efendim nasıl gönderirmiş veyahut biz nasıl kabul edermişiz. Sanki öldürülen Rus Elçisi değilde bizim köyün bekçisi. Bizim için diplomatik bir sorun olan şeyin Rusya’nın iç siyasetini etkilediğini anlayamayanlar için bol keseden atma zamanıdır.

Aslında amacım onları incitmek değil, bilinç altlarına yerleştirilen Aşağılık Kompleksini çözümlemek. Uzatmayacağım, önce Avrupa başlattı bu harekatı sonradan ABD devraldı. Geri kalmış imparatorluk, hasta adam, radikal müslümanlar derken çözümlenemez sorunlarımız olduğunu bize kabul ettirdiler. Sonra sepetin içine diktatörlük, yolsuzluk, azınlıklara baskı da dahil pek çok yeni kavram eklediler. Jön (Genç) Türkler, İttihadçılar ve türevleri dahil pek çok siyasi, ticari, sosyal veya askeri harekette bunlara çanak tutunca bir teranedir aldı başını süregeldi bugüne.

Azar azar alıştırdılar bizi hırsız, arsız, düzenbaz, geri kalmış, radikal ve daha nicesi olduğumuza. İnandık bir bir, sonra raporlar yayınladılar hakkımızda. Raporlara reddetmek bir tarafa birde pazarlığını yaptık, eccük düzeltsinler diye yalvardık. Osmanlıyı batılılaşma merakı uçuruma doğru sürüklerken de konu başlıkları aynıydı, yıllardır Avrupa Birliğine tam üye olacağız hezeyanıyla ne dedilerse yaptığımızda da.

Çünkü “biz” hem geri kalmış hemde cahildik(!)... Öyle belletildi ki, Avrupa’ya giden/göçen/gezip dönen kim varsa geri döndüğünde bizi aşağılayan cümlelerle başladılar tecrübelerini anlatmağa... Batıda kürt olanda vardı, Alevi olanda, devrimci olanda... Ne de olsa Batılılar bayılıyordu “Acı Çeken Azınlıklar” masallarına... Oysaki Edip Cansever “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde ne güzel anlatır

“…

İnsan yaşadığı yere benzer 

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer 

Suyunda yüzen balığa 

Toprağını iten çiçeğe 

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine 

Konyanın beyaz 

Antebin kırmızı düzlüğüne benzer 

Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir 

Denize benzer ki dalgalıdır bakışları 

Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına…”

Şimdi ne alaka diyeceksiniz, Rus Elçisinin otopsisiyle alakası ama süreç içinde bütün okuduklarımı birleştirdiğimde hep aynı resmi görüyorum ekranlardan gazete sütunlarına kadar; Post Kolonyal Dönem... Yani Beyaz Efendilerinin emir ve arzularına teslim olmuş, kendini reddeden, aşağılık kompleksiyle ne yapacağını bilmeyen insanlar!

Giden/gören teslim oldu, ve inkar etmenin dayanılmaz hafifliğini yaşadı. “İnsanın doğası yoktur, tarihi vardır” der Jose Ortega Gusset. Bir cümle ama altını doldurmak için yeterince boşluğa sahibiz veyahut cümlenin üstüne daha fazlasını da ekleyebiliriz. 

Son tahlilde Liberal Emperyalizmin bize iki yüz yıl içinde yutturduğu Aşağılık Kompleksinin dışa vurumudur bütün çözümlemelerimiz. İş bu sebepten DAEŞ/IŞİD’den dolayı kendimizi suçlamamız, hatta Suriye iç savaşını bile biz çıkarmışız gibi yaşıyoruz, yetmiyor darbe tehlikesi atlatmış olmamıza rağmen olağanüstü hali bir ayıp gibi yaşıyoruz. Avrupa veya ABD daha doğrusu Haçlı Medeniyeti bize müdahale etsin diye çığıranları mı ararsınız, tarikat adı altında çeteleşenleri mi? Kimi devlete ihanetin kimi dine küfrün içinde debelenip dururken sağduyulu bir yaklaşım geliştirmekte zorlanıyoruz.

Niye mi?

Abdülhamit Han, yok affedersiniz Atatürk pardon Erdoğan söz de diktatör, Osmanlı ve ardılı Türkiye geri kalmış, sen-ben-o kısacası hepimiz hırsız, devlet yolsuz, azınlıklar ezik, dindarlar yobaz, Avrupa Birliği olmazsa olmaz...

Yersek diyeceğim ama bal gibi de yedik biz bunları on yıllarca...

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar