CEMAL DEMİRTAŞ
SAYIN CUMHURBAŞKANIM!
Rahmetli Erbakan Hocamız Kudüs Mitingi bahane edilerek 12 Eylül darbesi neticesinde hapse atıldı. Yıllarca mahkeme kapılarında davasını savundu. Hiçbiri dinlemedi. Çünkü onun anlattığı, anlattıkları için kötü idi.
Neticede yıllarca yasaklı kaldı.
Rahmetli Özal'ın YES/NO referandumu sayesinde siyasi yasaklar kalktı.
Rahmetli Erbakan Hocamız, Rahmetli Alparslan Türkeş de dahil olmak üzere eski siyasiler yeniden siyaset sahnesine döndü.
Refah Partisi Genel Başkanı seçildi.
Yeniden Bismillah dedi.
Çünkü bu davanın bitmesi mümkün değildi. Elhamdülillah bazı dönemler yavaşlatılmış olsa da gönüllerden hiç silinmedi. Bu sebeple onlar yüz, yüzler bin, binler milyon oldu.
Erbakan Hocamız Milli Görüş ve Adil bir düzen kurmak için yola çıkmıştı.
Canavarlaşan sömürü düzenine karşı ancak Adil bir düzen ile çıkılabilirdi. Çünkü Adil Düzen inanç odaklı bir düzenin adıydı aynı zamanda.
Önce Ahlak ve Maneviyat.
Hakça Paylaşım.
Ağır Sanayi Hamlesi.
İslam Ortak Pazarı.
İslam Ordusu.
İslam Dinarı.
Faizsiz Düzen..
Hepsinin özünde doğrudan bu yatmakta idi.
Peki.
Bu dediklerinin hangisi milleti rahatsız edebilirdi ki?
Ya da neden bunca yıl hep önüne setler konuldu?
10 inek, 100 koyun almak isteyen köylü faiz ödemeden almak istemez miydi?
Ya da tarlasını sürmek için faizsiz kredi ile bir traktör?
Ya da ev.?
Veya araba?
Ya da işletme?
Hangisine kim "hayır ben faiz ödemek istiyorum" diyebilirdi ki?
İsraf düzeni dediğinde en başında gelen israf faiz değil miydi aynı zamanda?
Yıllarca bunun mücadelesini verdi. Gece Gündüz millete bunu anlattı.
Refah Partisinden seçilen ilk belediyeler, ilk gün makam odalarının kapılarını kaldırdı. Üstüne “Rüşvet alan da veren de Mel'undur” yazdı.
Bu kimi rahatsız edebilirdi ki?
Bir ruhsat almak için milyonlarca lirayı kitap, defter arasında sıkıştırıp iş bitirme devrinin bitmesinden kim rahatsız olabilirdi ki?
Millet olmadı elbette.
Rahmetli Erbakan Hocamız bu düzenin öyle konuşulduğu kadar hemen değiştirilemeyeceğini de biliyordu.
“İktidara geldiğimiz ilk gün İMF’ye olan borcumuzun ana parasını ödeyeceğiz, bir kuruş faiz ödemeyeceğiz”demişti.
Refah Yol iktidarını, bütün tağuti uşakların engellemesine rağmen kurdu.
Kurdu da IMF’ye olan borcu mu sildi?
Elbette silmedi.
Devlette devamlılık esası vardı. Bir sonra gelen, aynı zamanda bir önce gidenin de kefili idi. Ödemem demesi imkansızdı.
Ödedi de.
Fakat.
Öncekileri öderken yeniden faizle borç almadı.
Yine Erbakan Hocamız ahlak ve maneviyat dedi.
Fuhuş ve beraberindeki ahlaksızlıklara kökten karşı idi. Bir milletin geleceği ancak sağlam nesillerle korunur dedi yıllarca.
Refah Yol iktidarından evvel bütün konuşmalarında bu bahis mutlaka geçerdi. Her köşede legal olarak açılan, kapısında da devletin maaşlı resmi polisinin nöbet tuttuğu genelevleri kaldıracağını söyledi.
İktidara geldiğinde bunu yaptı mı?
Elbette yapmadı.
Yapmadı ama, bir tek bile fuhuş evi açılmasına müsaade etmedi. Etmediği gibi yavaş yavaş yerelde çeşitli bahanelerle ortadan kaldırmaya da başlamıştı.
80 yıldan fazla zaman, milletin her uzvuna ulaşmış dejenerasyon ve çarpıklıkların öyle bir kelime ile kaldırılması elbette mümkün olamazdı zaten.
Söylemler bazen niyetlerin tecellisidir. Nihai hedefi gösterir.
Erbakan Hocamız iktidara geldiğimiz gün faizi kaldıracağız dedi. İktidara geldiği gün, hatta sonraki gün, hatta iktidarda olduğu sürede faizi kaldırdı mı?
Kaldırmadı. Fakat önünü kesmek için elini kolunu bağlayan önlemleri yavaş yavaş devreye sokmaya başlamıştı. Bunun öyle 6 ay, 1, 2, 5 yılda halledilemeyeceğini en iyi kendisi biliyordu.
Ama hiçbir Refah Partili "Hocam sen ilk gün kaldırılacak demiştin" diye küsüp gitmedi.
Aksine daha da kenetlendi.
Bu mücadelenin sadece bir kaç faizci rantiyeciyi, bir kaç devletin tüm varlıklarına hortum takıp sömürenleri de çok aştığını biliyordu. Bu bilinci mahalle mahalle, köy köy, ev ev anlattırdı, anlattı.
Bu düzeni değiştirmek için sadece faizcilere karşı mücadele yetmezdi zaten.
Onun sacayaklarının da değişmesi gerekirdi.
Yargı.
Kamu Kurumları.
Birlikler.
Sanayi ve iş adamı dernekleri.
Barolar.
Anayasa Mahkemesi.
Say say bitmez.
Bir yandan millete “Erbakan Türkiye’yi İran yapacak” algıları, diğer yandan ülke ekonomisini yeniden hortumlamaya çalışanlara karşı verilen mücadele.
Reklam ve algı operasyonları hepsinin önüne geçti.
Özel kanallarda her gün saatlerce iktidar karşıtı yayınlar. Otel odalarında porno film izleyen sözde ilahiyat profesörleri fetva verdiler.
Hayatında belki bir kere Camiye dahi girmemiş cırtlak sesli ressam bozuntuları gece gündüz İslam adına ahkam kesti. Yıllarca stüdyoların duvarlarından TV ekranları sayesinde milyonlara İslam’ın ne kadar da kötü(haşa) anlattırıldı. 13 müşterisini 6 yıl içinde kaçırıp tecavüz ettikten sonra kıtır kıtır kesen bir taksi şoförünü idam eden İran’daki idam görüntüleri ısıtıp ısıtıp millete servis edildi. Hem de o cani taksi şoförü masum gösterilerek...
Tavuk hırsızları baş konuk oldular.
Onlar görevlerini yaptılar.
Ama Erbakan'a kızıp giden bir tek Refah Partili olmadı.
Çünkü onun mücadelesinin gerisini de ötesini de bilen bir Mücahit ordusu vardı hep.
Dimdik Hocasının yanında durdu.
Ne bir milletvekili, ne belediye başkanı, ne yazar, ne çizer, ne kanaat lideri ne başka biri...
Savunan Adam’ı sonuna kadar savundular. Hiç kimse Erbakan tamam ama RP asla da demedi. Herkes çok iyi biliyordu ki Erbakan’ın ideali ne ise RP’nin ki de aynıdır. Et ile tırnak misali yani.
Peki ya bugün ?
Köprünün altından elbette çok sular geçti.
Sular aktı gitti. Bazen dere taştı, bazen köprü zarar gördü. Ama köprü yıkılmadı. Dimdik ayakta elhamdülillah.
Gelen selin büyüklüğünü hesaba katmadan köprüyü yapan ustaya sövmek de neyin nesi? Köprüden alim de geçer, zalim de. Hırlı da geçer hırsız da. Ama evini soyan hırsıza kızıp "ulan şu köprü olmasaydı evim soyulmazdı" der mi?
Demez.
Diyemez.
Denmesine de müsaade etmez !
Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı'dır. Devlet makamında en yüksek makama sahiptir. Aynı zamanda Başkomutandır. Bu payeler onu o makama layık gören milleti tarafından verilmiştir. Millet aksini diyene, zati alileri temsil ettiği makamlara aykırı bir hareket etmediği müddetçe sürecektir.
Recep Tayyip Erdoğan aynı zamanda AK Parti Genel Başkanı'dır. Bu Payeye sahip olmasını yine milletimiz Anayasa değişikliği ile kendisine vermiştir. “Cumhurbaşkanı olan biri isterse aynı zamanda parti genel başkanı da olabilir” demiştir. Partisi de ona aynı zamanda Genel Başkanlık yetkisi vermiştir.
Cumhurbaşkanı'nın ve sistemin rutin ve hızlı yürümesini sağlayan en büyük makam hiç şüphesiz TBMM’deki çoğunluktur. TBMM'de çoğunluğu olmayan bir Cumhurbaşkanının sadece eli kolu değil, bütün gövdesi de bağlanmış demektir.
Recep Tayyip Erdoğan teveccühü elbette partiden daha yüksektir. Bu lider olmanın da bir tescili aynı zamanda. Devlette ise Cumhurbaşkanını TBMM desteği olmadan millet teveccühünde en üstte olmasının da hiçbir manasının olmayacağını bilmek gerekir.
Recep Tayyip Erdoğan a oy veririm, o benim davamı savunuyor ama, AK Parti’ye oy vermem demek, Recep Tayyip Erdoğan'a yapılabilecek en büyük ihanettir.
Son zamanlarda maalesef bu algılar son derece tehlikeli hale gelmektedir. Yerelde kuytu köşelerde, kahve muhabbetlerinde, ev gezmelerinde maalesef bunlar konuşulmaktadır.
Birebir, daima konferanslar, belde belde, köy köy, fert fert markaj çalışmaları yapılmadığı müddetçe AK Partiyi Millete, Millete de gerçeği anlatamamış oluruz.
Her nedense bu eksiklik bir türlü giderilmiyor. Partinin ve bu davanın hatipleri susma hakkını hala kullanıyorlar. Yerelde her beldede kanaat liderlerimiz var. Eski hatiplerimiz var. Milletin dilinden anlayan büyüklerimiz var. Eski yöneticilerimiz, milletvekillerimiz, teşkilat mensuplarımız var. MSP’de, RP’de, FP’de bulunmuş, bu davanın şuurunu benliğinde hisseden kardeşlerimiz var. Hiç biri tek kuruş maddi beklenti içinde olmazlar. Tek torpilleri Allah rızasıdır.
Sayın Cumhurbaşkanım;
AK Parti Genel Başkan Yardımcılarınız en az 10 bin kişilik VEFA ORDUSU oluşturabilir. VEFA ORDUSU 81 vilayeti 1, 2, 3, 5, 10..kere gezmeli. Toplantılar, konferanslar... VEFA ORDUSU’nun DAVA SUNUMLARI ile 2023’te zafer yine inananların olacaktır.
Arz ederim.
Selam ve dua ile.