NUR SÜMEYRA
Sayın Gül’ün muhtemel adaylığı
11. Cumhurbaşkanı müthiş bir taktikle kamuoyunun nabzını şöyle bir yokladı. Şimdi öyle zannediyorum ki tek tek tepkileri ve destekleri gözlemliyor. Sonuca göre tavrı netleşecek, buna göre bundan sonraki rotasını çizecek. Elbette desteğin sağlam olması gerekiyor aday olması için. Zira Sayın Gül aşırı temkinliliği ile de tanınıyor.
Sayın Abdullah Gül’ün aday olarak ortaya çıkmasında bir sorun var mı? Yok. Her demokratik ülkede olacağı gibi herkesin aday olmaya hakkı var. Peki, niçin Abdullah Gül’ün muhtemel adaylığı bilhassa Ak Parti çevresinde bu kadar tepki ile karşılanıyor? Hiç lafı eğip bükmeden kestirmeden ifade edeyim, çünkü böyle bir adaylık hakikaten sağ gösterip sol vurma, hakikaten şık değil, hakikaten kendi parti değerler silsilesi içinde abesle iştigal bir durum. Çünkü bugüne kadar buna dair hiç renk verilmemiş, birlikte hareket ediyoruz mesajları verilmiş, hoşnutsuz çıkışlar olsa bile bunlar dost temelinde dile getirilmiş. Yani kartlar açıktan oynanmamış.
Sayın Gül başından itibaren, ne bileyim kara günü beklemeden çok daha önceden muhalifliğini belli etseydi ve buna göre hareket etseydi daha yerinde bir tutum olurdu kanaatindeyim. Nedir o –mecazen- kara gün peki? Yine parti açısından değerlendirirsek, karşı taraf bütün ittifak yollarını arıyor ve ortak hareket etmek için çareler arıyor. Siz ise içinden çıktığınız partinin yanında değil de karşı tarafa meylediyor, orayla bir ittifak arayışına girmiş gibi görünüyorsunuz. Bu sanıyorum kimseye doğru bir davranış olarak gelmez. Bu baştan itibaren böyle olsaydı bir derece anlaşılabilirdi, fakat bekleyip bekleyip son dakika golünü nasıl atarım hesabı yapıyorsanız ya da bu görüntüyü veriyorsanız ya da bu görüntüyü silmek için net bir açıklama yapmıyorsanız bu davranış biçimi her kesimin ilke sahiplerince yanlış olarak değerlendirilecektir.
Sayın Gül aday olur mu? Kimlerin oyunu alır? Bana muhtemelen aday olacak gibi geliyor. O çıkışların boşuna olmadığını düşünüyorum. Fakat ben daha enteresan bir iddiamı dile getireyim. Sayın Gül Cumhurbaşkanı olmak için aday olmayabilir. Sair Cumhurbaşkanı adayının elini güçlendirmek ve onun kazanması için de aday olabilir. (Aday olmasa bile bu çıkışları karşı tarafın lehine de sürdürebilir.) Çünkü Ak Parti’nin oylarını bir tek Sayın Gül bölebilir ve bu oy bölünmesi de sadece karşı tarafın oy oranını artırır. Bu durumda karşıdaki aday rahatlıkla seçimi alabilir. Buradan da Sayın Gül aday olursa kimlerin oyunu alır sorusunun cevabına gidebiliriz; Sayın Gül çoğunlukla Ak Parti içindeki muhaliflerin oyunu alır. MHP’den hiç oy gitmez, CHP, İYİ Parti ve HDP bir isimde anlaşır ve onun oy oranını artırmak için çabalar, SP de Sayın Gül’e oy verir. Sonra Sayın Gül bu ittifakın lehine adaylıktan çekilir ve kendisiyle beraber hareket eden seçmenler de bu isme oy verir ve seçimlerin alınması ancak bu şekilde olur. Bunun için yeterince şartların olgunlaştığını düşünüyorsa Sayın Gül bu yönde hareket etmekten çekinmez diye düşünüyorum. Diğer bir alternatif ise şu. Ki sağlam adım atmaktan hoşlanan Sayın Gül’e daha uygun bir teori bu. Sayın Gül Ak Parti muhaliflerinin yanı sıra SP’nin de oyunu alır. Bir de “Tayyip gitsin de nasıl giderse gitsin” diyen bir kesim var. Bu kesime süpürgeyi aday gösterseniz ona da oy verir. İşte, bu kesimin de oyunu alır. Sair aday sürpriz bir kararla Sayın Gül’ün lehine adaylıktan çekilir ve Sayın Gül Cumhurbaşkanı olur. Buradaki kilit rol, Ak Parti içindeki muhaliflerdir, dikkatinizi çekerim. Bu yüzden Sayın Gül bir şekilde bu tablonun içine sokulacaktır diye düşünüyorum. Bu açıdan bakıldığında da Sayın Gül’ün bu tavrının ve bilhassa bugün bu tavrı sergiliyor olmasının parti içinde yanlış değerlendirilmesinin haklı olduğunu savunuyorum. Mevzuyu Ak Parti açısından düşünürsek, partinin oylarını bölebilecek tek şahıs kendi içlerinden çıkacak bir isimdir. Abdullah Gül’ün bu isim benim demesini elbette muhalif olmayan parti tabanı yadırgayacak, kırılacak hatta kınayacaktır. Bunu anlayışla karşılamak lazım. Bu işin duygusal kısmı. Reel olan kısmı ise siyasetin acımasızlığı ve değil bir gün bir saat içinde bile hesapların alt üst olabilmesi, zeminin oynaklığı. Yani, her şey mümkün olabilir. (Bu teorilerin birer ihtimal dahilinde dile getirildiğini ısrarla vurgulamak isterim.)
Benim etik bulmadığım ise “Tayyip gitsin de nasıl giderse gitsin” demenin insanı taşıyabileceği ilkesizlikler, savrulmalar, içine düşülen çirkin hesaplar. O aday olur, bu olur, şu olur. Bunların hepsi demokrasi içinde değerlendirilir. Fakat benim SP gibi bir partinin CHP, dolayısıyla HDP ittifakını anlamam ilkeler bazında çok zor. Ona keza CHP gibi Atatürk ilkelerini kendisine temel edinmiş bir partinin bugün HDP ile her türlü yolunu kesiştirmesini de anlamam mümkün değil. Hele bazı ittifakların temelinin “Tayyip gitsin de nasıl giderse gitsin” yaklaşımı olmasını havsalam almıyor. Çünkü böyle bir birliktelik ancak böyle bir amaç için sergilenir. Ben meselelere daha çok etik noktasından bakıyorum ve bunlar bana etik gelmiyor.
Çünkü bu “Tayyip gitsin de nasıl giderse gitsin” çığırtkanlıkları Fetö’nün iştahını kabarttı, 15 Temmuz’u yaptı. Ülke neredeyse işgale uğruyordu. O kesim darbeyi Fetö’nün yaptığını fark ettikten sonra belki sesini alçalttı ama hiç susmadı. Bugün de bu gözü ve izanı kör istek Allah korusun insanı her türlü şer ittifaka savurabilir. Zira üst akıl bu sesin gürleşmesine göre yeniden kartlarını karıyor, ona göre şekil alıyor. Ne bu oyuna gelmek lazım ne de bu oyunun piyonu olmak lazım. Varsa adayınız, aslanlar gibi çıkarırsınız. Tayyip gitsin de isteyebilirsiniz. Ahlaksız olan şey cümlenin devamındaki “nasıl giderse gitsin” yaklaşımıdır. Bu yaklaşım insanı işte hesaptan hesaba savurur, gözünü karattırır, Allah korusun ülkenin işgalini isteyecek duruma getirir.
15 Temmuz’da da böyle olmadı mı?
Aman dikkat. Çünkü hiçbir şey Türkiye kadar değerli değil, hiçbir hesap devletin ve milletin bekasının önünde değil. Siyaset bile olsa, ilkeler ve değerler bazında nerede duracağını bilmek lazımdır. Ki o ilke ve değer bugün öncelikle Türkiye’dir.
Türkiye ise bütün hesapların üstündedir.