NUR SÜMEYRA
Seçime nasıl gidiyoruz?
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin deha seviyesinde bir öngörüyle bulunduğu erken seçim çağrısından sonra çok kısa bir zamanda hazırlıkları tamamlanan erken bir seçime gidiyoruz. Türkiye yıllardır tartışılan ve sonunda referandumla halk tarafından onaylanan Başkanlık sisteminin ilk Başkanını seçmek için 24 Haziran’da kararını sandığa yansıtacak.
Sayın Bahçeli’nin erken seçim çağrısındaki dehayı biraz açarsak, kısaca şunu diyebiliriz; 2019 olsaydı şayet seçim, daha geniş kumpaslar ve baskılarla, daha geniş zamana yayılmış ve ince ince düşünülmüş hesaplarla bir seçime gidiyor olabilirdik. Her şeyden önce bunun baskısını ne piyasalar ne de halkın psikolojisi kaldıramayabilirdi. Erken seçim şaşkınlığını çabuk üzerinden atan malum çevreler biliyorsunuz çabuk toparlandı ve bir takım spekülasyonlarını devreye sokmaya başladı. Bunun daha fazlasını yaşayacaktık, işte Sayın Bahçeli buna mani oldu. (Malum çevrelerden kasıt muhalefet değildir. Onları da yönlendirme kabiliyeti olanlardır.)
Seçime eski yeni Türkiye tartışmaları, dolardaki artış, soğan patates, Sayın İnce ve Sayın Erdoğan arasındaki atışmalar, İYİ Parti ve SP’nin de dahil olduğu şaşırtıcı ittifaklar, Demirtaş’ın Millet İttifakı ile bir hayli öne çıkarılması, yine aynı ittifakın HDP’yi Meclis’e sokma çabaları ile gidiyoruz. HDP’yi konunun dışında tutarsak CHP ve SP’nin yan yana gelmesine ben ülke demokrasisi ve CHP’nin bir tabusunu yıkması adına sevindim. (Ne sebeple bir araya gelirlerse gelsinler iki zıt tabanın (üstlerin yaptığı siyasi hesapları bir yana bırakın) yan yana gelebileceğini göstermesi bakımından olumlu bir adım. Şahsi bağlamda ilkeler bazında eleştirel yaklaşıyorum ayrı. Zaten ülke demokrasisi adına sevindiğimi belirtmiştim.) Tıpkı AK Parti ile MHP’nin vatan odaklı bir arada hareket etmesine başından itibaren çok sevindiğim gibi. Bu seçim sürecinde ben “diktatörlük” gibi iddiası olanların bu iddialarının tamamen çürümesine yol açan gelişmeler yaşandığını için de memnunum. Zira şu ana kadar tek adam olmakla suçlanan Erdoğan’ın yönettiği bir ülkede bu seçim süreciyle birlikte demokrasinin kitabı yeniden yazıldı. Az önce sözünü ettiğim CHP-SP ittifakı, Demirtaş’In TRT’de eşit propaganda hakkından yararlandırılması, yan yana kurulan standlar, şarkılar, propagandalar, akşama kadar her birinden yeterince nasiplenip başımızın şişmesi, mesela bizim caddeden günde sekiz kere HDP otobüsünün geçmesi, vs. Evet, hoşlanmıyorum bundan. Ama demokrasi işte tam da böyle bir şeydir. Ben hoşlanmasam da devletin hoşlanmadığımın haklarını koruması ve ona serbestlik tanıması. HDP Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen tanınan partilerinden biri olduğu sürece böyle. Diktatörlük olsaydı yani biz tek adam rejimiyle yönetiliyor olsaydık Batı basınının ve içimizdeki bazı kişilerin iddia ettiği gibi, yukarıda saydığım şeylerin hiçbiri olamazdı. Olması da imkansızdı. Mesela bir dönem AK Parti eften püften sebeplerle kapatılmaya kalkılmıştı. HDP’nin kapatılma yolunda çok somut delilleri var. Demokratik bir ülkede bile zorlanmadan bu kapatmayı yapacak kadar yeterli veri var elinizde. Kaldı ki diktatör bunu verisiz de yapar. Diktatör olsa bunu yapmaz mıydı sizce? Hem de hiç düşünmeden. Ne uğraşacak seçim hesabıyla filan. Kapatır, öyle devam eder yoluna. Mesela İnce’ye dava açar, Demirtaş’ı ziyaret ettiği için. Yapamaz efendim! Saçmalama mı diyorsunuz? Doğru yapamaz. Çünkü diktatör değil. Ülkede demokrasi ve hukuk var. Hem de Batı’ya örnek olacak kadar gelişmiş bir demokrasi var. Bir kere bu noktayı iyi vurgulayalım ve işte perşembenin gelişi çarşambadan belli olur bu adam diktatör idi kazanırsa bunu tescilleyecek palavralarını bir yana bırakıp, gerçekçi ve rasyonel tespitlerle ilerleyelim ve vicdani değerlendirmelerde bulunalım.
Eski yeni Türkiye tartışmasına ise biraz romantik bir çerçeveden bakıyorum ben. Kim özlemez ki çocukluğunu? O masumluğu, o duruluğu. Bu noktada biz çevremizde olan şeyleri o dönem kullandığımız eşyaları filan özlemiyoruzdur aslında. Özlediğimiz o duygulardır. Hayatın zorluklarıyla karşılaştıkça çocukluğumuza kaçmak isteriz. Emin olun bizden sonraki nesil de bugünleri özleyecek bu minvalde. Tek fark olacak, biz ah ah Adile Naşit, Münir Özkul filan diyoruz, onlar Şahan’ı anacak. O dönemin şartları o isimleri çıkardı, bu dönemde Şahan’ı. Bundan da hükümet mi mesul yani? Yoksa değişen dünya gerçeğinde eski Türkiye’ye dönün bakalım, neler oluyor? Ya işgale uğrarsın o zor şartları bugüne taşırsan ya da tamamen bir sömürü ülkesine dönersin. Tıpkı dünyanın çeşitli yerlerindeki gelişememiş bazı ülkeler gibi. Yani bu özlemin romantik kısmı ne kadar insaniyse, realitesi değişen dünya gerçeğine aykırı. Ben imkanlar ve yaşam standartları açısından yenide, fakat değerleri yitirmemek adına eskide kalmaya devam edeceğim. Eski Türkiye’yi ah ah diye ananlara, değerlere ne kadar sahip çıktıklarını kendi kendilerine sorgulamalarını ve bunları yaşatmaya kendilerinden başlamalarını öneririm.
Seçime inşallah güçlü bir Türkiye ile gidiyoruz. Demokrasisi ile güçlü, milletiyle güçlü, içte ve dışta uyguladığı politikalarla güçlü ve dik, yaptığı atılımlarla ve hayata geçirdiği projelerle Batı’nın ve Ortadoğu’nun gıptasını üzerine çeken, doğu batı dengesini ayarında tutmaya çalışan ve bugüne kadar bunu bir şekilde başarmış; gücüyle, icraatlarıyla, mazluma kol kanat germesi, zalimin karşısında sesini yükseltmesiyle tüm dünyaya örnek olan, dünyadaki tüm mazlumların umudu olmuş, tarihinin en derin mahzenlerine inip, köklerine tutunmuş ve oradan kuvvet alan, yeniden dirilme ve dünyaya nizam verme ülküsü bilincini ve sorumluluğunu omuzlarında taşıyan bir devlet ve milletle elele bir seçime gidiyoruz. Felaket tellalları şu ana kadar adeta bir demokrasi şölenine dönüşen seçim sürecini bozamadı, bundan sonra da inşallah bozmayı başaramayacaklar ve inşallah biz huzur ve güven içinde bir seçim gerçekleştireceğiz.
Aynı güçle, azimle ve daha büyük hedeflerle seçimden çıkmamız umudu ve duasıyla.
Her şey vatanımız milletimiz için. Her şey büyük ve güçlü Türkiye için.
Allah hepimizi hayırda muvaffak kılsın.