NUR SÜMEYRA
Seçimlerin sonucunu ben belirliyorum
Biliyorum egosu hayli yüksek, oldukça iddialı, kimine göre kendini fasulye gibi nimetten sayan, kimine göre hadi canım sen de hadi, kimine göre ufak at da civcivler yesin, kimine göre ooo bayan çokbilmiş de gelmiş alırım bir dal, kimine göre işte arkamda 2018’lerde tarihin akışını değiştiren bir kadının anıtı anlatmaya gerek yok görüyorsunuz, kimine göre tüm zamanların en özgüvenli seçmeni, kimine göre çok zekice edilmiş bir laf bu başlık.
Hepsi kabulüm.
Ben kimsenin kemikleşmiş kitlesi değilim. Ben kimsenin garanti seçmeni de değilim. Ben kimsenin % 44’ü, % 28’i, % 12’si, %7’si, %6’sı, % 1’i, % 0 virgül bilmem kaçı da değilim. (Rakamlar gelişigüzel yazılmıştır.)
Seçimlerin sonucunu belirlemekte etkin bir yüzdeye sahip olduğuna inandığım bir kesim var benim. İşte ben, o kesimin içindeyim. Bu kesim siyasete üst perdeden bakmaya çalışan, vatanını milletini önceleyen, gayet rasyonel saptamalarda bulunabilen, eğitimli (ille de diplomalı değil), kör inançların peşinde olmayan, sorgulamaları fazla ve hep hakikatin peşinde, radikal uçlarda gezinmeyen, demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş, ötekiye son derece saygılı ve haklarını gözeten hatta öteki diye kimseyi nitelemeyen, kavramların farkında, terör, terörist, şehit ne demek bunların anlamlarına vakıf, dün yaşadıklarını, bugün yaşadıklarını iyi tahlil ederek geleceğini biçimleyen ama bunu yaparken gerçekten siyaset üstü düşünüp, kendisini yönetecek siyasileri çok iyi gözlemleyen kesim. Yer yer kızdığı konularda duyguları ağır bassa da büyük resmi yeniden ve yeniden düşünüp, bu duygularını frenleyebilen kesim. Eleştiriden asla vazgeçmeyen, sair zamanlarda gücün yanında konumlanıp pragmatik davranmayan, böyle olanların yaptığı gibi iaşeleri kesilince hemen onları satan her devrin adamları gibi olmayan, mevcut hava kimden yanaysa ona doğru koşmayan, bilakis sırasında mevcut havanın aksine daha doğrusu gücün aksine kendini konumlandırabilecek kadar erdemli bir kesim bu. (Çaktırmadan kendini anlatıyor demeyin. Çaktırmamama filan gerek yok, bal gibi düşüncelerimi ve benim gibi düşünenlerin düşüncelerini yazıyorum.) İşte bu kesim her seçimde hayli belirleyici bir rol oynuyor. Sessiz ve etkin bir kesim bu. Bunları kararsızların arasına da yerleştirebilirsiniz, bilinçli bir şekilde –bazen- oy vermemeyi tercih edip sandığa gitmeyenlerin arasına da. Partisi olmayanların arasına da. Toplamda bu kesim % 5-7 arası tahminimce.
Bu kesimin bir diğer özelliği de şu. Yukarıda bahsettiğim duygularla hareket etmedikleri gibi korkuyla da hareket etmiyor bunlar. İşte bunlar giderse şöyle olur, şunlar gelirse böyle olur, dün kazanılan bütün haklar kaybedilir vs. Bu hakların kaybedilebileceğine inanmadıklarından değil. Çünkü gelenlerin bunu yapabilme kapasitesi var. Geçmişte olduğu gibi. Bu hakların kaybedilme ihtimaline inanıyorlar ama bu yüzden oylarının rengini belirlemiyorlar. Çünkü o zaman düşüncelerine ters olur. Önce vatan millet diyorlarsa o zaman işin içine kendi birtakım hakları girmiş olur. Ortada daha büyük meseleler varken, mesela ekonomi mesela dış baskılar, bunu düşünmeyecek ve öncelemeyecek kadar aşkın insanlar. Ayrıca bunlarla yeniden mücadele edebilecek kadar da cesur insanlar. Kendimden örnek vereyim, 15 yıl önce de ben köşe yazıyordum ve başörtüsü yasağı vardı. İlk başörtülü yazarlardan biriyim. (Yeni nesil bunu da bilmez mesela. Yani başörtülü yazabilmenin ne demek olduğunu. O döneme göre özel sektörde de olsan bahşedilmiş(!) ne büyük bir özgürlük olduğunu.) Küçücük de bir şeyim. Gazeteye tashih vs. işleri için girdim. Çok kısa bir sürede görsel yönetmendim. Kısa süre sonra da gazetenin manşetine kadar karar veren biri. Ayrıldığımda Yazı İşleri Müdürüydüm. Çok çalışkandım. Evet, başörtümle yaptım bunları. Sol ağırlıklı gazetemde her gün köşe yazıp başörtüsü yasağının ne ilkel bir şey olduğunu çatır çatır yazan biriydim. O dönem bunu yazmanın ne çetin bir şey olduğunu da bilmez yeni nesil. Üstelik o dönemde de şekilciliğe karşıydım. Bunun bir tür sembol haline getirilip, siyasete araç edilmesine de karşıydım. Malzeme olmasına da. Ama bir tezim vardı; velev ki moda diye takıyorum, velev ki annemden gördüm, velev ki canım istedi taktım sana ne yahu sana ne?! Aynen böyle. Bırakın kanunu hukuku ve kanunen yasak olmasını, bu ülkenin sahibiymiş gibi bazı kokona teyzeler başörtülü kızların başörtülerini çekip alma cüretinde de bulunuyorlardı mesela. İyi ki bana denk gelmediler. İyi ki. Veya böyle bir olaya şahit olmadım iyi ki. Normalde çok sessiz sakin bir insanımdır ama gözüm o anda hiçbir şeyi görmezdi, sadece o kadarını söyleyeyim. Bugün için de şunu söyleyebilirim; bazı radikal gruplar var mesela, başörtüsü takış şeklini kendi belirledikleri gibi olmasını istiyorlar. Velev ki bu dayatmaya döndü, bununla da mücadele ederim. Nasıl takarsam takarım, buna ben kendim karar veririm. Bilmiyorum her iki durum için de karşı çıktığım asıl meseleyi anlayabildiniz mi? Fakat bu ihtimal de beni korkutmuyor. Yani her iki durum için de korkular taşımıyorum ve seçimlerimi bunlar belirlemiyor.
Benim seçimlerimi dış mihrak, gizli odak, kopasıca parmakların korkusu da belirlemiyor. Bunların varlığını ve yaptıklarını da reddetmiyorum. Biliyorsunuz o gizli odakların parmakları zaman zaman dokunur kirli düğmelere ve ülkeyi rahat rahat karıştırabileceklerini sanırlar. Hep yaptılar. Tarihte de yaptılar. Fakat aynen Sayın Cumhurbaşkanı gibi yaklaşıyorum ben de bu meseleye “topu gelsin.” Son tahlilde, en son tahlilde, alacak bir canları bizim de verecek bir canımız var. Veririz olur biter. Ama sonuna kadar mücadele ederek veririz o canı. İnsanı daha fazla neyle korkutabilirler öyleyse? Bu yüzden bunlar da belirlemiyor benim seçimlerimi.
Peki, benim seçimlerimi ne belirliyor?
En başta vicdan, erdem, hakkaniyet; bu tür korkularla değil de daha sağduyulu daha rasyonel daha soğukkanlı kararlar verebilen aklım.
15 yıl öncesiyle bugünü kıyaslayabilecek kadar yaşım var benim. Bu noktada vicdanım işte, hakkı teslim ediyor, erdem bu hakkı teslimi dile getirmem gerektiğini, hakkaniyet aradaki farkı ortaya koymamı, aklım somut verilerle ilerlemem gerektiğini risk almamamı söylüyor. Çünkü o somut veriler dün sadece benim değil tüm Türkiye’nin yaşadıklarını ortaya koyuyor, istikbal için ise ya bu somut verilerin ışığında reel hareket edeceğim ya da daha öncesinin verilerine göz önüne alsam da “değiştik” sözlerine güvenerek değişme ihtimalleri üzerinden durumu netleştireceğim. Değişip değişmediğini test etmek için risk alacağım. Üstelik bunu onların dillendirdiği diğer bir iddianın gerçekleşme ihtimaline karşı yapacağım. Deniliyor ki daha çok özgürlükler kısıtlanacak, zorla baş kapattırılacak, ifade özgürlüğü kalmayacak vesaire vesaire. Vesaire diye geçiştirdiğime bakmayın, ciddi ciddi düşündüm bu ihtimalleri her dile geldiğinde. Ve somutlaştırdım. Çünkü ben vicdan, erdem, hakkaniyet ve akıl noktasında tekelci bir mantıkla hareket etmiyorum. Kendim için çizmiyorum çerçevemi. Bu ihtimalleri de çok ciddiye alıyorum. Diğer kesimin bu korkularını da çok iyi anlıyorum bu yüzden. Ben ve içinde olduğum o kesim seçimlerinde her ne kadar bu tür korkularla hareket etmese de bu kesimin fevkalade bir korkuyla hareket ettiğine de son derece inanıyorum. Seçimlerini bu korku üzerine şekillendirdiklerini de. Bu korku yeni değil üstelik. Refah Partisi iktidara gelir gibi olduğunda “bunlar bizim başımızı zorla kapatacaklar” diye koşup gelen solcu bir tanıdığım vardı mesela. Ben o zaman daha küçüktüm. Anneme dert yanmıştı annemin teyzesinin kızı. “Ben de köye gider yerleşirim, başımı yine de kapatmam” demişti. Hayretle dinlemiştik. Demek pompalamalar neticesi oluşan izlenim buydu. Ki oluşturulan bu korku imparatorluğu 28 Şubat gibi bir darbenin yapılmasına yol açtı. O halde durumu somutlaştıralım. 15 yıldır iktidarda Refah Partisi’nden koparak kurulmuş bir parti var. Bu yönde tek bir hareket tek bir baskı oldu mu? Bilakis. Radikal grupların hışmına uğruyorlar her gün. Humeyni gibi gelme fantezisi güden Fetö bile nelerle suçlamadı iktidarı? Tekfirler havada uçuştu. Peki iktidar bunları salladı mı? Hayır. Ne laiklikten taviz verdi radikaller rahatsız diye ne de tek bir baskısına şahit olduk bu yönde. Bakın başörtüsü yasağı derken somut bir veriden bahsediyorum. Eğer böyle bir şey varsa siz de bunu somutlaştırmak zorundasınız. Somut yok ama korkuyoruz yine de ihtimal var diyorsanız da sizi korkularınızla yüzleşmek için yardım almayı önerebilirim ancak. Somutlaşma durumunda zaten alacağım tavrı yeterince izah ettim ki emin olun onların da böyle bir düşüncesi yok, hiç olmadı.
Aklım ihtimaller üzerinde hareket etmenin risk olduğunu söylüyor dedim fakat normal şartlarda bu riski alabilir, sırf değişip değişmediklerini test etmek için bu şansı onlara verebilirdim. 15 yıldır iktidarlar, yaşanacak bir değişim demokrasi adına iyi olur diyebilirdim ve seçimlerimi somut veriler değil de ihtimaller üzerinden şekillendirebilirdim. Hatta daha başlarda şöyle bir alıcı gözle bakmadım da değil. Ama o kadar kısa sürdü ki bu. Çünkü üzerinde düşünecek zamana bile fırsat vermedi adaylar. Demirtaş, HDP üzerine kurgulayıp bütün seçim programlarını, kayıkçı dövüşü yapmak dışında şöyle ortaya tek bir sağlam proje, vaat koyamadılar. Çünkü çoğu yapılmıştı, birazı da yapılmaktaydı, yapılacaklar da hedef olarak konmuştu. Proje olmayınca daha çok özgürlük vaat ettiler. Yahu zaten özgürüz çok şükür. Açık da özgür kapalı da. Sakallı da özgür şortlu da. Daha çok demokrasi dediler, şimdi diktatörlük var dediler, akabinde diktatörün ülkesinde Demirtaş ziyaretine koşup, Demirtaş’a özgürlük diye bağırıp, bu adam niye içerde diye sorup, mitinglerine APO ve HDP posterlerini dahil ederek seçim çalışması yaptılar. E hani demokrasi yoktu, e hani diktatördü? Yetmedi, Demirtaş’ı başkan yardımcısı yapacağız dediler. Der der. Burası özgür bir ülke. Fakat bakalım ben bunu onaylar mıyım? Onun ne kadar deme hakkı varsa benim de onaylamama hakkım var. Ha, demek ki durum ihtimalden de çıkmıştı böylece. Bayağı bildiğin somut vaatlerdi bunlar. İhtimal değil. İhtimal olan senin başörtüne yeniden yasak getirip getirmeyeceği, FETÖ ve PKK ile mücadeleye devam edip etmeyeceği (çünkü tek kelam olmadı bu konuda), Afrin konusunda ne yapacağı? Pardon başkan yardımcısı yapmayı düşündükleri Demirtaş’ın partisi netleştirdi o ihtimali de. Efrin’i işgalden kurtaracağız dediler. İşgal eden kim? Türk Silahlı Kuvvetleri. Susan ve bu ifadeleri verdikleri destekle onayladıklarını ortaya koyan kim? Bu ülkenin muhalefeti. Ve ben kalkıp bu somutlaşmış verileri de bir kenara bırakıp ihtimaller üzerinden dur bir test edeyim diye ülkemi riske atacağım öyle mi? Çünkü bu noktada benim şahsi tutumumu da aşıyor durumun nezaketi, ülke işin içine giriyor. Sizce benim böyle bir lüksüm olabilir mi?
Peki, seçimlerin sonucunu belirlemede bu kadar iddialıysam sandığa gitmeme, kararsız kalma gibi bir lüksüm olabilir mi? Öyleyse gideceksin ve oy kullanacaksın % 5-7 arası kesim. Çünkü sonucu sen belirleyeceksin. Zaten bütün bu anlattığım da benim değil, senin hikayen.