YUSUF TÜRKOĞLU
TAŞIN VE İNANCIN ŞİİRİ MARDİN…
Ey adımı adı misali taşa yazan usta
yalnızlığımı da yazsaydın ya
başımın tacında duran zamana
ayaklarımın ucundan akan zamana...
Bir de geçmiş ve şimdi ve gelecek zamana...
Yüzünün bir yanı Deyrulzafaran'dır, Bir yanı Ulu Cami.Tarihte ki ihtişamı ile Ayaklarının altında uzanır Mezopotamya….
Pek çoğumuzun bildiği, ancak çok azımızın gittiği büyülü bölgedir Mezopotamya.Mardin, ismini Süryanice kaleler kenti demek olan "Marde"den almış. Romalılar, Maride; Araplar ise Maridin demiş. İsminde bile pek çok kültürü barından büyülü şehir, Mardin...
Sürekli bir hayat koşuşturmacası içinde olan bireylerin çoğunun görmediği ancak hayal ettiği ortamın adıdır aslında; Eski Mardin'de bir yere oturup, Mezopotamya'ya karşı bir acı kahve keyfi…
Hayranlık duyulan kentlerden birisidir Mardin. Her vesileyle gitmeye, kalmaya; taşının, doğasının şiirini duymaya, yaşamaya gayret edilen bir şehirdir Mardin. Aşağıda uzanan uçsuz bucaksız “deniz” gibi ovadaki ufuk çizgisini izlemeye gelenlerin, Karadayken ufuk görebileceği ender kentlerden birisidir Mardin…
HUZUR VE SÜKUNET…
Huzur ve Sükunet’in kelime anlamını; Farklı din, dil ve kültürlerin bir arada yaşadığı şehri gezdiğinizde, bir kez daha anlam kazandırabileceğiniz huzur ve sükûnet’in buluşma noktasıdır Mardin…
Anadolu coğrafyası, Uygarlıkların beşiği, Yerleşik hayata geçilen topraklar. Güneydoğu Anadolu dağlarınının karlarıyla beslenen Dicle ve Fırat nehirleri sıcak sulara yolculuklarına Mezopotamya’dan “Verimli Hilal” denilen bölgeden geçerek devam ediyorlar. Mezopotamya, buğdayın 12 bin yıllık yolculuğunun başlangıç noktası olarak kabul ediliyor.
Mardin’de yaşayanlar 3-4 dili bilir, konuşurlar. Türkçe, Süryanice, Kürtçe, Arapça, İbranice, Ermenice birbirlerine sözcükler vermiş, sözcükler almıştır burada. Şair Refik Durbaş şöyle anlatır Mardin tarihini dizelerinde:
Rivayete göre bir adımın da Süryani dilinde
“kaleler” anlamına gelen “Marde” olduğu söylenir.
Adıma “yazılı tarih”te ilk kez Hz.İsa (a.s) dan sonra 4.yüzyılda yaşamış Ammianus Marcellinus'un yapıtlarında rastlarsınız.
Marcellinus, Amid (Diyarbakır ) - Nisibis
(Nusaybin) yolundan söz ederken, bu uzun ve çileli
yolun “Izala dağı üstünden, Maride ve Lorne
kaleleri arasından geçtiğini” beyan eder o
Su, sözün testisinde soğusun; söz, damağın
pınarında maya tutsun…
Persler, yaylalarımda yayladığında “Maride” adımı
“Marde” olarak kullandılar; Ermeniler “Mardi”,
Bizanslılar ise soğuk pınarlarımın buğdayını
biçtiklerinde “Mardia” olarak düştüler künyemi.
Araplar , geniş kalçalı kısraklarıyla dağlarıma
yaslandıklarında “Maridin” diye yazdılar adımı.
Bugünse imzam, hayatın çift çizgili defterini
“Mardin” olarak süslemekte....
Ben, taşın ve inancın şiiriyim.
Ben, Mardin'im çünkü...
PEKİ YA MARDİN’E GİTTİĞİMİZDE MUTLAKA GÖRÜLMESİ GEREKEN YERLER NERESİDİR??
Eski Mardin Evleri, Ulu Camii, ‘’Kartal Yuvası’’ Mardin Kalesi, Kasımiye Medresesi, Dara Mezopotamya Harabeleri, Zinciriye Medresesi, Altunboğa Medresesi, Şehidiye Camii, Savur Kapı Medresesi, Revaklı Çarşı, Mardin Müzesi, milattan önce güneş tapınağı olarak kullanılan Deyrulzafaran Manastırı, Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur), Kırklar Kilisesi mutlaka gezip görmeniz gereken mekanlar olarak yer almaktadır.
NELER ALABİLİRSİNİZ??
Listenin başında tabiki Mavi Badem Şekeri var mavi renkli olan badem şekeri rengini, lahor ağacından elde edilen kök boyadan alıyor. Hani eskiden bebeklerin ağzı pamukçuk olunca mürekkep gibi bir şey damlatırlardı, İşte onun ta kendisi lahor ağacının kök boyası. Cevizli sucuk, peksimet,leblebi, çörekler, takunya, bulabilirseniz yöreye özgü halhal zeytini Mardin’den mutlaka kendinize ve yakınlarınıza almadan dönmemeniz gereken diğer ürünler arasında…
Bu bölümü, coğrafi işaret tescili yapılan Mardin taşı ile bitirmek istiyorum. Mardin’in efsunkâr dokusunu sağlayan unsurlardan biri olan bu taş, ocaktan çıkarıldığında yumuşak ve bal renginde oluyor. Kolay işlenebiliyor, gözeneklerinin birbiri ile teması olmaması da yalıtım özelliğini en üst düzeye çıkarıyor. Taşa hayat verenlerden belki de son usta, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Yusuf Kıdır ise şöyle diyor bir sohbet ortamında:
“Ben çalışırken taşla sohbet ederim. Vurduğum her keski darbesi bir sözdür, bir kelâmdır, bir gülüştür. Nakşettiğim her taşı bitirdikten sonra karşısına geçer izlerim. Taş bana gülümser, ben taşa gülümser ve sohbetimiz devam eder. Elimin değdiği herhangi bir taşın bulunduğu tarihi bir binada, bir camide, bir minare veya bir mezarın yanından geçtiğimde gördüğüm o taşla yeniden selamlaşır, birbirimizin hatırını sorarcasına sohbetimize kaldığımız yerden devam ederiz. Taşa hayat vermenin, nakşetmenin mutluluğunu bende oluşturduğu hazzın tarifini yapamam, çünkü ben onu yaşıyorum. Bizim buranın taşının yüreği var. Mardin taşının özelliği tıpkı yöre insanı gibidir. Sıcaktır, samimidir, insanla bütünleşir, dertleşir. İnsanların dertlerini dinler ve bundandır ki; birçok şairimizin de sanatçımızın da yetişmesinde kendilerini bıkmadan usanmadan dinleyen Mardin taşının katkısı vardır. Bir evde insan yaşamazsa, bilin ki o taşlar küser ve kısa sürede dökülmeye başlar.”
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ SALGIN SONRASI; TAŞIN VE İNANCIN ŞİİRİ MARDİN’İ ANLATMANIZ İÇİN GİDİP MUTLAKA KENDİNİZ GİDEREK O ŞİİRİ YAŞAMANIZ DİLEĞİYLE....
SAĞLIKLA, BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERLE KALIN VESSELÂM...