Türk Siyasi Kuvvetleri (TSK) - 2

Osmanlı’nın merkezi, bugün de Cumhuriyetin sınırları olan Misak-ı Milli sınırları dışında bir çok farklı cephede çarpışan Atatürk’ün sabit bir ikametgahı da karargahı da hiç olmadı. İttihatçıların üç lideri (Enver, Talat ve Cemal Paşalar) ile arasının pek iyi olmaması onu sürekli sürgün sayılabilecek bölgelerde görevlendirilmesine sebep oldu.* Şimdi buraya ayrı bir parantez şart. Çünkü bizim gibi yani tarihini şarklılığı ve garblılığı ile ikiye bölen milletlerde akan tarih yerine akıtılan tarih söz konusudur. Kayıtlar esnek olduğundan araştırmacının tarafsızlığı aslında kaynağı en doğru şekle nakletmesine vesile olur.

Dönelim hem ikametgahının hem de karargahının olmamasının sonuçlarına.  Kurtuluş Savaşı süresi ve sonrasında bu sorun hep karşısına çeşitli vesilelerle çıkarıldı. Aslında Atatürk’ün Samsun üzerinden Milli Mücadele yolculuğuna çıkarken üniformayla arasına mesafe koymasında da bunun etkisi vardır. Çünkü Anadolu’da komuta edebileceği ya da komutanına etki edebileceği bir birlik mevcut değildi (Örneğin 15 temmuz darbe girişiminin gidişatına etkileyende kuvvet komutanlarının tavrı kadar kolordu komutanlarının darbeye taviz vermemesiydi).

Birinci Dünya Harbinin Osmanlı’yı kurtaracağına inanan ve savaşın hüsranla bitmesiyle yurt dışına kaçan Enver, Cemal ve Talat Paşaların aksine Refet Bele, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay Milli Mücadele için doğrudan Anadolu’ya geçerler. Tarihin güncel anlatımında Bele, Karabekir ve Orbay’ın Atatürk ile çok iyi anlaştıkları anlatılsa da gerçek tam olarak böyle değildi. Hatta bir süre sonra “Milli Mücadeleye ilk biz giriştik sen sonradan katıldın” gibisinden eleştirileri olduğu da söylenir Mustafa Kemal’e atfen...

Mecburi bir dayanışma olarak adlandırılabilecek bu süreçte hem aynı tarafta hem de karşı karşıyaydılar. Ve fakat İttihatçıların asıl kadrosu olan Enver, Cemal ve Talat Paşalar yurt dışında dahi olsalar da hala Anadolu’nun mahalli teşkilatlarda fazlasıyla etkinliği sebebiyle kimse başat olamıyor, kavga da iş bu sebepten ötürü pek su yüzüne çıkmıyordu. Onların yurt dışında öldürülmeleriyle birlikte Milli Mücadele üzerinde ki vesayette kalkarken, artık ikinci kadro olarak tarif edilen Atatürk, Karabekir, Bele, Orbay ve İnönü öncülüğündeki ittihatçılar Anadolu üzerinde tam hakimiyeti de kuruyordu. (İzmir Suikastı davasında görüleceği üzere ertelenmiş bir savaşın zoraki barış dönemi de denebilirdi bu sürece).

Son yüzyılda (20.yy) cepheden cepheye sürülmüş ve neredeyse hepsini kaybetmiş Osmanlı Tebaası için adı Milli Mücadele de olsa her hangi bir savaşa girmek için bir heyecan kalmadığı gibi çok ciddi asker kaçağı sorunu vardı. Sorunun farkında olan Atatürk, önceliği halkı bu mücadelenin başarısına inandırmağa verdi. Kongreler ve ziyaretlerle hem moral motivasyon hem de katılım sağlamak için uğraştı. (Bir yerlerde yazıldığı gibi halk elinde kazma kürek kapı önünde beklemiyordu Kurtuluş Savaşına katılmak için!)

Bir tarafta asker kaçakları, diğer tarafta dağınık Kuvay-i Milliye ve en önemlisi Halkın mücadeleye itimadının olmaması Atatürk ve dava arkadaşları arasında ki pek çok sorunu ertelemelerine sebep oldu. Ancak Komuta kademesinin tamamına yakınının doğrudan silahlı mücadeleye girişirken Atatürk’ün önceliğini sivillere vermesi, doğrudan halkla temasa geçerek bir nevi siyasi tavır sergilemesi Milli Mücadeleye geç kaldığı için eleştirileri de beraberinde getirecekti. Pek tabi işgalin ilk döneminde ısrarla İstanbul’da kalıp Padişah ile diyalog kurma çabaları da bu eleştiri sahipleri için dayanak oluşturacaktı.

Dönemi içinde yeniden şekillenen İttihatçı kadro yönetimi arasında giderek gerginleşen ilişkiler Kurtuluş Savaşının tamamlanmasıyla gün yüzüne çıkacak. Kurucu Meclis üzerinden hesaplaşacak bu kadro çok önemli yol ayrılıkları ve kırılmalara gebe bir döneme savrulacaktı.

Kavganın fitilini ise İkametgah krizi ateşleyecekti...   

2.Yazı Sonu... (Devam Edecek)

*: Tarihsel açından bunu destekleyecek belirgin bir kanıt sadece Enver Paşa’nın dünya harbinden sonra Kafkasya’da sürdürdüğü Turancı mücadele yüzünden aralarının açık olduğunu 16 Temmuz 1921 tarihli Mustafa Kemal’e gönderdiği mektubundan anlıyoruz. Milli Mücadele döneminde Sovyet Rusya ile her hangi bir gerginlik yaşamak istemeyen Mustafa Kemal, Kafkasya’da yeni bir macera peşinde koşan Enver Paşa’yı Milli Mücadeleyi sabote etmekle suçlamıştır. Enver Paşanın mektubundan kısa bir alıntı;

...Anadolu'nun kazandığı başarının şerefini üzerime almayı hiçbir zaman düşünmedim. Anadolu hükümeti namına resmen bir işe girişmediğim halde, Moskova'ya geldiğimiz zaman Anadolu heyeti üyelerinin her önüne gelen Rus'a 'Enver Paşa'nın ve arkadaşlarının bizimle münasebeti yoktur' demelerinin sebebini de anlayamadım. Hatta arkadaşların filmi çekilirken Ruslar benim de bulunmamı ısrar ettikleri halde, bütün şerefin bunu resmen yapanlara ait olduğunu ileri sürerek kabul etmedim."

 

Önceki ve Sonraki Yazılar