ZİHNİ ÇAKIR
AK Parti'nin 16 Nisan'ı doğru okuyabilmek için seçtiği 'gözlük' teşkilatlarsa vay halimize!
Kuşkusuz 16 Nisan referandumu bir siyasi parti tercihi değildi. Sistemsel bir değişim iradesinin oylandığı ve yüzde 51,4 ile kabul gördüğü bir oylamaydı. Bu bağlamda, propaganda süreci demokratik fonksiyonların işlediği bir süreçte gerçekleşti diyebilseydik, bu sonuçlar üzerinde partiler bazında bir tahlil yapmaya bile gerek yoktu. Referandum sonuçlarını okurken, sadece yeni sistemin arkasındaki toplumsal desteği ve destek vermeyen kitlelerin endişeleri üzerine tahliller yapmamız gerekirdi. Ancak öyle olmadı. Bir kere propaganda sürecinin demokratik fonksiyonların işlediği bir kalıba oturtmamızı mümkün kılmayan demokrasi dışı müdahaleler vardı. Temelde AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerine oturan Batı merkezli bu müdahaleler, seçmen tercihini korku kültürüne esir etme amacı taşıyordu. Mesela “eyalet, özerklik” gibi tartışmalar milli hassasiyetleri yüksek kesimlerde ciddi endişeye sebep oldu. “Diktatörlük” ve “otoriterleşme” algısı seküler yaşam tarzını benimseyenleri tedirgin etti.
Bu söylem ve algı operasyonlarının siyasal söylemler üzerinden yürütülmesini etik bulmamakla birlikte, ahlaki değer yargılarını özellikle sandık sath-ı mahalline girdiğimiz her dönem elinin tersiyle iten Batı’nın konsolide ettiği muhalefetin bu söylemlerden prim sağlama çabalarına artık alıştığımız için yadırgamıyorum. Ancak Hayır bloğunun, CHP ile meşrulaştırılan zemininde FETÖ, HDPKK, DHKP-C gibi terör örgütleriyle Avrupa Birliği ve NeoCon’ların da cirit atmasının demokratik açıdan hiçbir karşılığı olmadığı tartışmasız bir gerçek. Mesela NeoCon’ların, Erdoğan’ın, referandum mitinglerinin en büyük talebi olan idam konusunda, “önüme gelirse imzalarım” sözlerini, “kendi idam yasasını onaylamak” şeklinde cevaplamasının neresi demokratik? Bu ülke vatandaşı bile olmayan ve Hayır bloğunun küresel tetikçisi Rubin’in bu minvaldeki twitinin, CHP ve HDP’lilerde karşılık bulmasını demokratik bir zemine oturtmak mümkün mü? Avrupa ülkelerinde, buralardaki seçmeni bilgilendirme amaçlı toplantıların engellenmesi, Hayır cephesinde yer alanların toplantılarının neredeyse AB tarafından desteklendiği bir görüntüyü demokratik bir kalıba oturtmak mümkün mü? Bütün bu sebepler, referandum sürecini ve referandumu fazlasıyla siyasallaştırdı ve parti tercihlerini ön plana çıkardı. O yüzden tahlilleri ve okumamızı siyasal dağılıma oturtmakta hiçbir beis yok.
AK PARTİ’DEN İLK GELEN SİNYALLER UMUT VERMİYOR
Referandum sonrası yazdığım yazılarda, sonuçların özellikle AK Parti cephesinde doğru okunması gerektiğine, aksi halde 2019’un AK Parti için bir hezimet getireceğine dikkat çektim. Bunlarla birlikte, Yeni Türkiye’nin “milli ve yerli” bir zemine oturtulması için MHP ile olan ittifak iradesinin sarsılmaması daha da güçlenmesi gerektiğini ısrarla yazdım. AK Parti’nin sonuçları doğru okuması durumunda bu ittifak iradesine yönelik sabotajların da akamete uğrayacağının işaretlerini verdim.
Lakin ilk gelen sinyaller, AK Parti Genel Merkez yönetiminin, 16 Nisan referandumu sonuçlarını doğru okuyacağına dair umut verici değil. Mesela Parti MKYK’sında, 51,4’lük sonucun AK Parti’nin 1 Kasım seçim sonuçlarına Güneydoğu’dan gelen ilave oylarla şekillendiği görüşünün hakim olduğu iddiaları var. Eğer bu iddialar doğruysa, AK Parti Genel Merkezi ile tabanı arasındaki Davutoğlu döneminde açılan makas kapatılamayacak seviyeye ilerliyor demektir. O iddiaları güçlü kılan en önemli veri, Genel Merkez’in, teşkilatlardan sonuçlara dair çalışma yapıp, rapor olarak Genel Merkeze sunmalarını istediği yönündeki açıklamalar.
Anlaşılan o ki; AK Parti'nin sonuçları doğru okumaya yönelik tercih ettiği gözlük teşkilatlar ve ne yazık ki en büyük problem de o teşkilatlarda. İstisnasız hemen hepsi tabanla arasına uçurum koyan teşkilatlar, sorumlusu oldukları sonuçlarla ilgili sağlıklı raporlar hazırlayabilir mi?
Mesela İl İlçe Başkanları, 15 Temmuz’a kadar FETÖ ile bir şekilde ilişkisi devam eden yardımcıları ya da yönetim kurulu üyelerine olan tepkinin sandığa yansıdığı gibi bir tespiti o raporlara yazabilir mi? Ya da İl ve İlçe Başkanları, FETÖ’nün sermaye ayağında yer alanları, FETÖ’ye dair bütün kriterleri uymasına rağmen kimi milletvekilleri ve sendikalarla birlikte cansiperane savunurken, bu çarpıklığın sadece AK Parti değil EVET cephesinde yer alan MHP tabanında da kırılmaya sebep olduğu gerçeğine o raporlarda yer verebilir mi?
Bırakın il ve ilçe başkanlıklarını, teşkilatlardaki bu çarpıklıklarla birlikte yaşanan dejenerasyona, çıkar kavgalarına, topluma yönelik tepeden bakmacı anlayışlara ve FETÖ ile münasebetlere müdahale etmek yerine bunları dile getiren bizleri suçlayan, hain ilan eden AK Parti Genel Merkez Teşkilat Başkanı Mustafa Ataş yerinde dururken referandum sonuçlarına dair teşkilatlardan istenen aksaklıkların tespitine dair raporlara itibar edilebilir mi? Ataş’ın her şeye rağmen koruyup kolladığı, AK Parti tabanında infiale sebep olan söylem ve eylemlerini, “ilişkilerini” yalayıp yuttuğu Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Bursa, Balıkesir, Mersin, Manisa, Muğla, Iğdır gibi illerdeki sonuçlar ortada. Mesela Muğla, İzmir, Balıkesir, Adana için yaptığımız uyarılar için gereğini yapmak yerine, 2016’nın son aylarındaki İl Başkanları toplantısında, bu İl Başkanları’nın şahsıma ve AVAZTÜRK’e yönelik suçlamalarına itibar eden Mustafa Ataş, referandum sonuçlarına dair hezimete uğrayan bu teşkilatlarda yapılacak tespit raporlarının gerçekler üzerine oturmasına seyirci kalabilir mi?
Hepsini bir kenara geçtim, gündeme getirdiğimiz il ve ilçe teşkilatlarındaki yanlışlıkları düzeltmeye harcayacağı enerjiyi, TRT Avaz ekranlarında her Cuma canlı yayınlanan ve İnanç Uysal’la birlikte sunduğumuz Pencere programının bitirilmesi için misli misli harcayıp bunu da başaran Mustafa Ataş’ın, referandum sonuçlarına yansıyan teşkilatlardan kaynaklı sıkıntıların tespitine müdahil olmaması düşünülebilir mi?
Diyeceğim o ki; AK Parti Genel Merkezi’nin, MHP ile birlikte yüzde 55-60 bandını bulması beklenirken yüzde 51,4 olarak tezahür eden sonuçların sebebini doğru okumak için tercih ettiği yol “kediye ciğeri teslim etmek” gibi bir şey. Siz eğer o sonuçların asıl sorumlularına, “sebebin ne olduğu” yönünde çalışma yapma talimatı veriyorsanız asıl gerçekle yüzleşmekten kaçıyorsunuz demektir.
Unutmayalım ki; gerçekle yüzleşmekten kaçınanlar o gerçeklerin tokadını er ya da geç yemeye mahkumdur.